Özdeşleşemediğim filmleri izlemeyi sevmiyorum. Aşk filimleri ile de, gerçeklik boyutunda çok özleşmediğim için seyretmiyorum. Korku flimleri ile yakınlığımın sebebini ise kendim de çok açıklayamıyorum, sanırım cesaretimi kendime ispatlamakla ilgili olmalı.
Evet itiraf ediyorum, film ve dizi izlemek benim en sevdiğim hobilerimden. Özellikle Türk filmleri ve dizileri. Çok ağlıyorum çok da gülüyorum. (Türk korku filmlerini katmıyorum, onlar komedi kapsamına giriyor).
Yaşamda tesadüfler yoktur, yol gösterenler vardır. Bu yol gösterenler de tesadüfen olmaz, çok isteyerek farketmeden kendiniz yaratırsınız.
Çok zamandır "yaşlanan genç" olarak düşünüyorum kendimi. Olumlu ile olumsuzu bir arada kullanıyorum ki, kendimce bir denge kurayım.
Aslında öyle hissetmiyorum, sosyal baskı sebebi ile orta yaşlıyım. Genç de değilim, sadece ben hep aynıyım. Bir yere gitmiyorum, bir yerden de gelmiyorum. Yapabileceklerim ve yapamayacaklarımın bir listesi yok. Yapmak istediklerimin ise büyük bir paragraf. Sıralama yok. Hepsini aynı anda istiyorum. Koşul yok. Hangisi önce olursa olsun. Yaşam elime verilmiş bir top gibi geliyor. Rakam, mekan, makam yok, oynayabildiğim kadar oynamak için vakit var. İnsan zaten top oynarken yorulmaz, oyun bitince yorulduğunu anlar.
Tam, hiç sevmediğim ve onaylamadığım “kim ne der?” sorusu, yer yüzünde olmasa kaç insanın hayatı cennet olurdu diye düşünürken, 700 film arasından bir tuşa bastım. Hayatımızın yarısını onlar, diğer yasrısını da bunlar için değil de olabildiğince “ben” için yaşamayı seçsek, şimdi nerde olurduk derken bu film çıktı karşıma.
Nadide Hayat….
50'sinden sonra yaşanmaya başlanmış başka bir hayat, aşık olmak, istediğini gerçekleştirmek, kendini sevmek. Özümsedim tabii, yaşı bana yakın ya. Hatta öyle kaptırmışım ki, gözyaşları içinde “helal olsun be Nadide!” diye bağırdığım anlar oldu.
O 117 dakika, ben hep Nadide'nin yanında dolaştım sanki. Ara sıra bana laf atmış gibi bile geldi. İki laf ettik mi bilmiyorum ama ben onu hep ağzım açık dinledim.
Nadide zengin olduğu için, çok güzel olduğu için veya şansı süper yaver gittiği için değil, kendini seçtiği için Deniz Kadın oldu. Seçimi için de kimseyi üzmedi, kırmadı, kızmadı bile. Nadide 30 yıl önce kurduğu hayali, o kadar çok istemiş ki, yıllar içinde vazgeçti sansa da o hayal onun kaderi olmuş.
İşte ben de hayata böyle bakıyorum. Şimdi ve sonra kendim için öyle çok hayaller kurdum ki, hepsi benim kaderim oldu, zamanı gelince teker teker gerçekleşecek.
O zaman nasıl dersiniz, “bunun hayalini kurduğumda çok gençtim, almayayım şimdi kalsın.”
Siz çay ikram edince “sağol 10 dakika önce soracaktın” deseler bir daha o insana çay ikram etmek istermisiniz? Bir de böyle düşünün, hayatta geç kalınmışlık diye bir şey yok.
Size sunulanları olabildiğince kabul edin, “elalem ne der” demeden. Olmuyorsa yine isteyin.
"Herşeyin sonunda insanın kalbi kırılır mühim olan o sona kadar neler yaşadığımız. Hayat deneyip yanıldıklarımızdır.” diyor filmde.
Daha güzel nasıl özetlenir ki zaten hayat.
Benim günlük “yol gösteren” sayım bu film ile sınırlı mı bilmiyorum ama ben kendimi yorulmadan top oynuyormuşum gibi hissediyorum. Ve verilecek tüm hediyeleri sabırsızlıkla bekliyorum. Sürekli de istiyorum.
Ve düşünüyorum, bundan daha güzel nasıl olabilir?
Yaş dediğiniz bir rakam, aslında her büyüdüğünüzde biraz daha sevinmeniz gerekirken, siz hüzünleniyorsunuz. Azalan takvim yapraklarına üzülmeyin, çoğalan yaşanmış yıllarınıza sevinin.