Nasıl bir hız bu, bir ben mi yetişemiyorum?
Yetişen kimler var acaba?
Yaşlandıkça daha bir kaygan mı oluyor yıllar? Yoksa yıllar da çabuk çabuk bitmek mi istiyor?
Yaş aldıkça düşünürken bile yavaşlıyor insan. Hele de düşündüklerini uygularken….
Bundan 5-10 sene önce annemle babam akıllı telefonların tuşlarına yeterince hızlı basamayınca içim bayılırdı.
Devir değişti, çocuklar akıllı telefonlarda yeterince hızlı hareket edemediğim için telefonu elimden alıp kendileri yapıyor. Ben bu yaşta bile annemin babamın elinden telefonu almıyorum. Onlar “heh yaptım, aaa olmamış” diyene kadar bekliyorum.
Bir insan niye yıllarla dost olmak ister? Bakalım yıl seninle dost olmak istiyor mu? Bence istemiyor. Gerçekten dost olsak, dur deyince dururlar, yavaşlamıyor, arkasına bile bakmıyor. Bağır dur.
İşte ben burda biraz paniğe kapılıyorum. Dostmuş gibi olan yıllar, (yüzümüzde pek kırışıklık yoksa dost sayılıyormuşuz) koşa koşa hep senden önde gidiyor. Sen “Nasıl olsa dostuz” diye, zamanı arkana almış hayatı bugün olmazsa yarın diye yaşıyorsun. Sonra hasbel kader geriye dönüp bir bakıyorsun ki, en ağır kazığı zamandan yemişsin, kaz ayakları mı dersin, Çin çizgileri mi, siyatik mi, kilolar mı. Gelen mesaja “Evet” diye cevap yazabilmen bile 5 dakika. Hipermetrobun ilerlemiş ama sen hâlâ Ege’de bir sahil kasabasına yerleşememişsin.
Diyeceğim şu ki, zaman ile dost olunmaz. Yaşlandıkça dünya güneşin etrafında 200 günde dönüyor, gece ile gündüz kısalıyor. Ve maalesef sen bunu farketmiyorsun.
İnsan hissettiği yaşta değildir, neyse odur. 47 yıldır bana birgün bile ihanet etmemiş ayaklarım, bugün ağrıyorsa çok yürüdüğüm için değil, 47 yaşımda olduğum içindir. İnsan aşık olunca 18inde hisseder ama değildir işte, hangi yaşta ise öyle yaşar aşkını.
Hissedilen sıcaklık ile gerçek sıcaklık gibi. Ne hissedersen hisset, derece kaç gösteriyorsa odur.
Bugün benim doğum günüm.
Ve ben biraz paniğe kapılıyorum. Yaşlandığım için, gözaltı torbalarım olduğu, siyatiğim azdığı için değil.
Artık bir son olduğunu bildiğim ve buna rağmen;
Hâlâ yamaç paraşütü yapamadığım için,
Kitap çıkaramadığın için,
Kapadokya’da balona binemediğim için,
Doğu ekspresi ile seyahat edemediğim için,
Sezgin Kaymaz’la Şebnem Işıgüzel ile tanışamadığım için,
Beyaz’ın şovuna çıkamadığım, Muse’un konserine gidemediğim,
Kızımla SPA günü yapamadığım,
Evlatlarımla Kuzey Işıkları’nı görmeye gidemediğim için .
Geç kalmış hayallerimi bu hayata sığdırabilecek miyim? Eskiden “büyüyünce” yapacaklarım vardı, şimdi “en kısa zamanda yapacaklarım” var. Acaba o en kısa zaman bu hayatımın içinde mi? İşte ben bugün bunları düşünmeden edemiyorum.
Yaşamın ne kadar güzel olduğunu ben anlatacak değilim elbette. Kendi yaşamımla ilgili bildiğim en acımasız bilgi, tek bir hayatım olduğudur ve 47 yılının geride kaldığıdır. Ama öte yandan bildiğim en heyecan verici bilgi ise, yaşamımın bir mucize olduğu, kalan her günün bilinmezlikleri ile çok heyecan verici olduğu, umudun en yakın arkadaşım olduğudur.
Bugün benim doğumgünüm ve tek dileğim, hiç korkmadan kendime yakışan hayallerim için yaşamaktır.