Başlarsam gider elbet dedim, bir oturayım başına, iki satır yazarım, yazdıkça daha da yazmak isterim, onu da eklerim, bunu da bağlarım, kendim severim, herkes de sever mi merak ederim olur biter dedim. Ama bu defa bir savunma ile karşı karşıyayım. Neye başlasam hep aynı yere varıyor.
Alışmışım, yazılarımı hep bahar çiçekleri ile bitirmeye, geleceğe umutlar serip, “haydi koçum yaparsın, ihtiyacın olan güç bak hep içinde” diye kendimden emin noktalar koymaya. Ama bu defa içimden bir ses hep “yaş tahtaya bastın, istediğin gibi bitmiyor işte hikayen” diyor.
Kılıfım hazır. Havadan. Güneş ışıldamadı gitti bizim buralarda. Muhtaç olduğum serotoninin tek kaynağı çikolata, kaldı ki onu da yemem. Ama eminim Finlandiya'da da çikolata yemeyen fakat mutlu kalan insanlar vardır. Hatta spor yapmayan, çikolata yemeyen ve hâlâ mutlu olan insanlar da. O zaman bu kılıf, üstünde yürüdüğüm, fakat bir türlü köşesini dönüp mutluluk konfetilerini bulamadığım o yola uymadı.
Kara deliği çok uzaklarda aradık, bulduk. Ama herkesin karadeliği kendine…. NASA bana sorsaydı söylerdim, “bak işte şuracıkta. Küçük olduğuna aldanma, bazen ne var ne yoksa yutar, ya patlaya patlaya yeniden oluşursun, ya yok olur gidersin”
İnsan ya gözüktüğü gibi olmalı ya da olduğu gibi gözükmeli. O zaman bu defa itiraf zamanı.
Devamlı “kendinizi sevin ki herkes sizi sevsin” diyen bir yazar arkadaşa ithafen gelsin hem de.
İnsan sevmiyor bazen kendini, kimsenin sevip sevmediği de umurunda olmadan hemde. O günlerde ne yaptığı yemek lezzetli oluyor, ne giydiği yakışıyor. Konuştukları ile de konuşmak istemiyor, hatta ses bile istemiyor. Umutsuzluk dalgası, ayaz gibi esiyor.
“pozitif konuşun pozitif kalın” diyeni de boğmak istiyor.
Cumhuriyet Savcısı Esra, Behzat Ç’ye, “biz de mutsuz olalım” dediğinde anlamıştım, nice postlara, yazılara, göndermelere konu olacak bu söz. Ara yapacak, hatta belki bozacak. Hafif arabesk bile bulmuştum.
Gel gör ki bugün Esra bile haklı. Ben bugün mutsuz olmak istiyorum. Dünyanın binbir yükü altında ezilen insanlar adına, verilmeyen mazbatalar adına, yaşam pahalılığı, terkedilen sevgililer, çalmayan telefonlar, ödenemeyen faturalar, kavga eden insanlar adına keyifsiz, mutsuz kalmak istiyorum.
Bugün de isyan etmek, şükür falan etmemek istiyorum. Bir karış surat oturup, kusana kadar Arka Sokaklar seyredip, zehirlenene kadar kahve içmek istiyorum.
Aslında, insan en çok kendini sever doğru ama en hızlı da kendine küser. Arada barıştıracak kimse olmadığı için de bir süre küslük devam eder. O arada bir kaç güneş doğumu, arkadaş sohbeti, güzel yürüyüşler falan kaçırır ama olsun, sonunda barışmak olsun.
Kıyamıyorum ben bu hayata, insanlara, sevdiklerime, sayılı günlerime. Beni üzen her ne varsa çıkarıp atmak yerine, kendim üzülmemeye çalışıyorum. Yeter ki kimseyi yerinden etmeyeyim. En yalancı arkadaşımı yalan söylediğini bile bile seviyorum. Bile bile kötülük yapan insanlar tutuyorum, gün gelir yaptığını anlar diye. En bencil insanlarla çalışıyorum, olsun muhtaç olmayayım da diyerek. Çünkü çıkarıp atma yorgunluğu, sevip hoşgörme yorgunluğundan daha ağır geliyor bana.
Sonuç: düşülen o kara delik.
Çaresi: bende bile yok.
Kara delikler hızımızı kesiyor, girince çıkması vakit alıyor. Ama seçimlerimizle yaşıyoruz. O zaman bazen "Biz de biraz mutsuz yaşayalım."