SÜNNİ muhafazakâr bir seçmen çoğunluğuna dayanan iktidarın cemevlerini ibadethane olarak kabul etmesi, toplumsal barış bakımından ne kadar yapıcı bir tavır olurdu. Ama iktidar maalesef alışılmış kalıpların dışına çıkamıyor.

Nedir bu kalıplar? Biri Sünni geleneğin kalıpları, öbürü Cumhuriyet laikliğinin kalıpları...
Sünni gelenek, özellikle medrese, İslam’ın ‘heterodoks’ yorumlarını sapıklık saymış; işin içine siyasi savaşlar da girince acı olaylar yaşanmış, toplumumuzda itikadi yarılmalar meydana gelmiştir. Sünni geleneğin “birlik ve beraberlik” anlayışı, herkesin Sünni olmasıdır. Bu bakış açışı bugün cemevlerini ‘kültür derneği’ sayıyor!

Laikliğe gelince...

Resmi tanıma göre, dinin yeri “vicdan ve mabet”tir. Anayasa Mahkemesi’nin eski kararlarında bile böyledir. Bu sıkı pozitivist tanım aynı zamanda Cumhuriyet’in “homojenleştirme” politikasını da izah eder: “Vicdan ve mabette” kalacak olan inanç  Sünni İslam’ın tanımladığı “ibadet ve ahlak” olacak, böylece “birlik ve bareberlik” sağlanacaktı.
Şubat ve Mart 1924’teki Meclis görüşmelerinde bu açıkça ifade edilmiş, “Din İşleri” yerine, sırf “ibadet ve ahlak” anlamına gelen “Diyanet” terimi bilinçli olarak benimsenmiştir. Kasım 1925’te Tekke ve Zaviyeler kapatılırken, sadece imam, vaiz ve müezzinlik hizmetleri meşru görülmüş, “şeyhlik, dervişlik, müridlik”le birlikte “dedelik, seyyidlik, çelebilik, babalık, nâiblik, halifelik” gibi Alevi İslam’ın kavram ve kurumları yasaklanmıştır.
Farklılıkların bölünmeye yol açmasından kaygılanan Cumhuriyet, toplumu her bakımdan homojenleştirmek istemişti.

Toplumsal değişme

Gerek Sünni gelenekte, gerek Cumhuriyet laikliğinde görülen tekçiliğin bugünkü Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verdiğini kim söyleyebilir?!
Kaldı ki, Sünni Osmanlı padişahları genelde sadece camileri değil, Alevi ve Bektaşi tekkelerini, zaviyelerini, dergâhlarını korumuş, desteklemişlerdi. Birçoğunun arazisi padişahlar tarafından vakfedilmişti. Medrese daima olumsuz baksa da, sosyal ve siyasi ihtiyaçlar padişahları buna yöneltmişti.
Cumhuriyet’in “birlik ve beraberlik” için düşündüğü yöntem evet “homojenleştirme”ydi ama... Şehirleşme, eğitim, dünyaya açılma gibi dinamikler toplumumuzu değiştirmiştir. Farkındalık ve her kesimde bilinçlenme gelişmiştir. Bugünkü Türkiye’de toplumsal barışı sağlamanın tek yolu, bütün inanç ve kimliklere saygı ve çoğulcu demokrasi değil midir?

Cemevlerinin işlevi

Doç. Dr. Kamil Fırat’ın araştırmasına göre, cemevlerine ve Hacı Bektaş Veli Vakfı’na devam eden Alevilerin yüzde 70’i, Aleviliği ‘gerçek İslam’ sayarak inanıyor. Hiçbir Alevi kurumuna mensup olmayan ve politize derneklere üye olan Aleviler ise yüzde 60 oranında Aleviliği  hiçbir ‘İslam’ referansı yapmadan, sadece “hayat tarzı” olarak tanımlıyorlar. (Milliyet, 4-8 Temmuz 2005)
Evet, Alevi İslam’ın ruhaniyeti cemevlerinde devam etmektedir. Cemevleri tarihteki tekke ve dergâh gibi ruhani kurumların manevi mirasçılarıdır.
Şehirde kendilerini yalnız ve dayanışmasız hisseden Aleviler için cemevleri birer aidiyet kurumudur ve tanınmasını onur meselesi sayıyorlar. Bunu görmezlikten gelmek mümkün mü?
Şimdi cemevleri konusunda eski kalıplarla düşünen AKP’lilere soruyorum: “İslam’da tek ibadet yeri camidir” diyerek, Alevi Müslümanları İslam dışına itmiş olmuyor musunuz?!
Bir cemevine gidin, oradaki ruhaniyeti bir hissedin isterseniz.
Üstelik sizin anayasal bağlayıcılık kazandırdığınız AİHM’ye göre, neyin ibadet yeri olduğuna ona inananlar karar verir.
Siyasetin bunu reddetmesi ayıptır.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)