Dış siyasetini, Türk Milleti’nin çıkarlarına göre yeni bir eksene oturtan Türkiye’nin, dışımızdaki ülkelerle olan ilişkilerini özetlemeye devam edelim. İçimizdeki yabancılar ve etki ajanları ‘Değerli Yalnızlık’ ve ‘Sıfır Komşu’ diye çamur sıçratmaya çalışsa da Türk Yüzyılı kervanı yürüyor.
Bu ülkeyle diplomatik ilişkilerimiz 1924’te hayata geçti. Hâlihazırda Türkiye-Japonya resmî ilişkileri, Başbakanlar ve Cumhurbaşkanı düzeyinde sürüyor. Bilhassa, kuşkulu bir cinayete kurban giden Japonya eski Başbakanı Şinzo Abe döneminde, iki ülke ilişkileri büyük ivme kazandı. 2003 yılı, Japonya'da ‘Türk Yılı’, 2010 yılı Türkiye’de ‘Japon Yılı’ ve 2019 yılı da Japonya’da ‘Türk Kültür Yılı’ olarak kutlandı. ABD’nin bu ülkedeki güçlü siyasî etkisine rağmen, Japonya ile ilişkilerimiz sıcak ve dostane şekilde yürüyor.
Irak:
Petrol uğruna, 107 yıl önce Türkiye’den koparılan Irak, geride kalan sürede rahat ve huzur yüzü göremedi. Başta İngilizler ve Amerikalılar olmak üzere, tüm Batılı emperyalistler, Irak’ı hem ekonomik olarak sömürdü, hem de halkını birbirine düşman kıldı.
1990’da başlayan Birinci Körfez Krizi ve 2001’den sonra devreye sokulan İkinci Körfez Krizi; neticede Irak’ın ABD ve yancıları tarafından işgali…
ABD, 20 yıl boyunca işgal ettiği ülkeyi, 2011’de, ‘en büyük düşmanı’ (!) saydığı İran’a teslim ederek çekildi. Arkasında, büyük katliamlar ve bölünmüş bir ülke bırakarak…
İran’ın ‘Pers İmparatorluğu’ hırsına da kurban edilen Irak, son yıllarda daha makul bir zemine geldi. Buna paralel olarak, Türkiye ile olan ilişkiler de hızla düzeldi. Bugün Irak, Türkiye ile birlikte, PKK ve DEAŞ terör örgütlerine karşı ortak operasyon yürütme noktasına geldi. 2,5 milyon civarında Türkmen nüfusa sahip Irak, en büyük ticaretini de Türkiye ile yürütmektedir.
Katar:
Doğal gaz zengini ve nüfus olarak çok küçük bir ülke olan Katar ile Türkiye ilişkilerini, ‘ağabey-kardeş ilişkisi’ diye tanımlamak yeterli olacaktır.
Osmanlı döneminden beri Türkiye ile hep iyi ilişkiler içinde olan Katar’daki Türk Askerî Üssü, bu ülke için önemli bir güvenlik şemsiyesi oluşturmaktadır. Türkiye-Katar ilişkilerinin samimiyeti ve sıcaklığı, üzerinde fazlaca yorumu gereksiz kılmaktadır.
BAE:
Kifayetsiz muhteris emir ve şeyhlerin, babasının çiftliği gibi kullandığı Birleşik Arap Emirlikleri, Arap Yarımadası’nda bir ‘Avrupalı ülke’ havalarında yürümektedir.
ABD ve diğer Batılıların kültürel hegemonyası altındaki BAE’nin bazı basiretsiz yöneticileri, 2013’teki darbe denemeleri sonrasında, Türkiye ile aralarına mesafe koymayı seçti. Bazı ‘Prens’ etiketli yöneticiler, Osmanlı Türklerine iftira ve hakarete varan dil uzatmalarında bulundular.
Fakat son birkaç senedir, ABD’nin kendilerini ‘satacağı’ korkusu, BAE yöneticilerinin uykularını kaçırmaya başladı. Bu da, Türkiye’ye karşı bir tavır değişikliğini zorunlu kıldı. Daha önce Batılı finans ortamlarına akıtılan sermaye kaynakları, yönünü Türkiye’ye çevirmiş bulunuyor. BAE, Türkiye ile olan ilişkilerini her geçen gün daha da düzeltmeye gayret ederken, Türkiye de bunu karşılıksız bırakmıyor.
Mısır:
Mısır’da, Miladî 868’den itibaren Tolunoğulları devletiyle başlayan ‘Türk Dönemi’; İhşidîler (Akşitler), Eyyubîler ve Memluklar dönemiyle 1517’ye kadar sürdü. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethiyle başlayan Osmanlı dönemi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanıyla, 1840’ta bu ülkenin özerklik (Hidivlik) kazanmasına evirildi. Hidivlik 1914’te İngilizler tarafından ilhak edildi. İngilizlere karşı 1919’da Tahrir Meydanı’nda başlayan isyan sonrası kurulan Mısır Krallığı, 1922’de bağımsızlık ilan etti. 1952’de Türk soylu Kral Faruk’un, Arap ırkçısı Cemal Abdünnâsır öncülüğündeki darbeyle devrilmesi, krallığın sonu oldu. Böylece Mısır’da Türk Dönemi tamamen bitmiş oldu.
‘Cumhuriyet’ adı altında devam eden diktatörlük dönemi, Muhammed Mürsi’nin 2012’de demokratik yolla seçilmesiyle sona erdi. Fakat 2013’te Batı destekli Abdülfettah es-Sisi darbesiyle Mürsi’nin iktidardan indirilmesi, Mısır demokrasisine darbe vurdu. Mürsi döneminde Türkiye ile kurulan dostane ilişki, Sisi döneminde büyük darbe aldı.
Bölgede ABD ve Batı etkisinin azalmaya başlaması ve İsrail’in çevre ülkelere olan saldırıları, nüfusu 108 milyona yaklaşan Mısır ile Türkiye arasındaki zayıflamış ilişkilerin yeniden kurulmasını gündeme getirdi. Türkiye-Mısır ilişkisi, henüz istenilen düzeyde olmasa da hızla iyileşiyor.
Ürdün:
Türkiye’den koparılan Ortadoğu topraklarının yerel aşiret liderlerine paylaştırılması sürecinde, ‘uydurma bir devlet’ olarak ortaya çıkan Ürdün, deyim yerindeyse, ‘kafasını kuma gömen’ küçük krallar tarafından, Batılı sömürgenlerin istediği kıvamda yoluna devam ediyor.
Mevcut küçük kral, Türkiye ile iyi geçinme çabalarını gizlemese de, tenha yerlerde Türkler aleyhine ileri-geri konuşmaktan kendini alamıyor.
Varlığıyla yokluğu arasında fazla bir fark bulunmayan ‘etkisiz eleman’ konumundaki Ürdün, bilhassa İsrail karşısında şahsiyetli bir duruş sergileyemiyor.
Türkiye-Ürdün ilişkileri, ısınmak için, krallıktaki Batı hegemonyasının kırılacağı zamanı bekliyor.
Lübnan:
Ortadoğu’da, Batı-Hıristiyanlığının tırnak tutturduğu ülke olarak nitelendirebileceğimiz Lübnan, cami-kilise arasında kalmış, talihsiz bir ülkedir. Emperyalistlerin Türkiye’den kopararak bir ‘üs’ haline getirdiği ülke; etnik, dinî ve mezhebî olarak tam bir parçalanmışlık tablosu sergiliyor.
Bununla birlikte, ülkedeki hemen tüm etnik-dinî grupların Türkiye’ye karşı bir saygı, sevgi ve güven duygusu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye, bu mazlum ülkeyle ilişkilerini hep dostça, adeta bir ‘ağabey’ titizliğiyle yürütüyor.
İran ile İsrail arasındaki kayıkçı kavgasının da kurbanı olan Lübnan, Türkiye ile olan samimi ilişkileri daha da geliştirmeye çalışırken, Türkiye de bunu karşılıksız bırakmıyor.
Suudi Arabistan:
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiliz-Fransız işbirliğiyle Türkiye’den koparılan Suudi Arabistan, sahip olduğu ekonomik kaynaklar ve kutsal topraklara ev sahipliği yapmasından dolayı, bölgenin en önemli ülkelerinden birisidir.
Kral Faysal bin Abdülaziz’in, bilhassa petrol silahını kullanarak ülkeye şahsiyet kazandırma gayretleri, 1975’te bizzat yeğeni Faysal bin Müsaid tarafından öldürülmesiyle son buldu. Suikastın arkasında ABD, İngiltere ve diğer emperyalistlerin olduğu yaygın bir kanaattir.
Ekonomik imtiyazlar karşılığında ABD ve diğer Batılıların desteğini arkasına alan kraliyet yönetimi, söz konusu desteğe karşı giderek daha fazla kuşku duymaya başlamış görünüyor.
Batılı çizginin yön vermesiyle yakın zamana kadar serin giden Türkiye ile ilişkiler, son zamanlarda ısınmaya başladı. İki ülke arasındaki dostane münasebetlerin, yakın zamanda çok daha iyiye gideceğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim Suudi sermayesinin İstanbul’a dümen kırması, bunun bir göstergesidir.
Yemen:
Uzak ve zorlu bir coğrafyaya sahip Yemen ile ilişkilerimiz 16. Yüzyıla uzanır. Portekizlilerin, Yemen’in uç noktasında olduğu Müslüman coğrafya üzerinde nüfuz kurma çabaları, hatta bölgeyi işgal ve Kâbe’yi yıkma niyetleri, Osmanlı Türklerinin Yemen’e kadar uzanmasını zorunlu kıldı.
Fakat Yemen’e hâkimiyet kurmak pek de kolay olmadı. Binlerce Türk askeri; coğrafyanın sebep olduğu hastalıklar ve yerli çetelerin saldırılarında şehit düştü. Böylece Yemen, bir ‘Türkler Mezarlığı’ (Mustafa Balbay’ın aynı adlı kitabından mülhem) haline geldi.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, tüm Ortadoğu’yla birlikte elimizden çıkan Yemen’le olan ilişkiler, çok fazla geliştirilememiş olsa da günümüze kadar dostane şekilde devam etti. İki ülke cumhurbaşkanlarının çabaları, Türkiye-Yemen ilişkilerine yeni bir boyut kazandırırken, Türkiye’nin, iç savaş yorgunu bu ülke halkına insanî yardımları da sürüyor.
Türk Dış Politikası’nın; yakın ve uzak ülkelerle, ‘Eksen Düzeltme’ ve ‘Sıfır Sorun’ anlayışıyla kurguladığı ilişkileri kısa kısa değerlendirmeye devam edeceğiz.