İkinci Dünya Savaşı sonrasında Yalta’da kurulan paylaşım masasının çağdaş sürümü, ABD ve Rusya tarafından Suudi Arabistan’da kuruldu. Yalta’daki masanın farkı, İngiltere’nin de ekibe dâhil olmasıydı.

Bizdeki komik muhalefetin, ‘6’lı yuvarlak’ veya ‘3’lü kare’ masaları kadar sükseli olmasa da, Trump-Putin masası, bizimkilerin boş-beleş masası gibi, sadece yenilip içilen bir masa değil. Suudi Arabistan’daki masada, her ne kadar domuz bifteği yenilip, Rus votkası yudumlansa da, orası aslında ülkelerin kurban edildiği bir arenadır.

Doğrusu o masada kaç ülkenin veya milletin kurban edildiğini bilmiyoruz. Yörük sırtından kurban edilmek istenenlerin, şimdilik; Ukrayna, Filistin ve Grönland olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kanada’nın menüye dâhil olup olmadığını bilmiyoruz. Panama ise Trump’a biat edeceğinin sinyallerini verdi bile.

DOMUZLARIN ADALETİ

ABD Başkanı Donald Trump, daha masaya oturmadan niyetini açıkladı. Rusya’nın, işgal ettiği Ukrayna topraklarını geri vermesi gerekmediğini… Dahası, savaşı sürdürebilmesi için Ukrayna’ya verdikleri 500 milyar dolar borcun (buna, silah kakışlama bedeli diyelim) karşılığında, bu ülkenin sahip olduğu nadir element madenlerine el koyacaklarını bir şekilde dile getirdi.

Tercüme edersek; Rusya’nın payına Ukrayna’nın Doğusu düşüyor. ABD ise Ukrayna’nın Batısındaki değerli madenlere çökecek.

Trump’un Yörük sırtından kurban keserek, Rusya’ya yaptığı bu kıyağın karşılığı olacak elbette. Mesela; Rusya, Gazzelilerin sağa sola sürgün edilmelerine ve Gazze’ye Trump Emlak tarafından çökülmesine ses etmeyecek. Grönland meselesinde de gıkını çıkarmayacak. Hatta Grönland’a ABD tarafından el konulması, Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki rakiplerinden olan ve her nasıl olduysa Grönland’ın ‘sahibi’ gibi görünen Danimarka’yı da hizaya getirmiş olacak. Yani o işten, Rusya da kârlı çıkacak.

KAYBEDENLER

Peki, Suudi Arabistan Yaltası’nda kurban edilen sadece Ukrayna, Filistin ve Grönland mı? Kanımca bu işin en büyük kaybedeni Avrupa’nın ‘büyük günahkârları’ olacak. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere…

İngiltere’nin tam pozisyonu muğlak görünüyor. İngiltere; Ukrayna’daki savaşın sürmesi için, Biden’ın yönettiği ABD ile birlikte mücadele verdi. Trump’ın ABD’si ise, Rusya’yı memnun edecek bir anlaşmayla, Ukrayna’daki 3 yıldır süren savaşı bitirmeye niyetli.

İyi de, Suudi Arabistan’da kurulan masada, yaşanan savaşın tarafı ve mağduru olan Ukrayna yok. Tabi, Ukrayna’yı yem olarak kullanmak suretiyle, Rusya’yı savaş tezgâhına çeken Avrupa’nın büyük günahkârları da masada mevcut değil.

Dahası, masanın hâkimi rolündeki Trump, Avrupa ülkelerinin masada yerinin olmadığını sözlü olarak da beyan etmek suretiyle, sözkonusu ülkelerin tümünü birden aşağılamış oldu. Ve aslında Trump, Avrupa’nın artık küresel düzeyde bir güç olmadığını da tescilledi.

TÜRKİYE SİYASETİ

Tüm bu yaşananlar, Türkiye’nin, Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında yürüttüğü ‘aktif tarafsızlık’ siyasetinin ne kadar isabetli olduğunu da ortaya koydu.

Hatırlayın… Meral Akşener adında bir siyasetçi vardı. Türkiye’nin, anılan savaşta tarafsız kalmasını bir türlü hazmedememişti. Hanımefendi, Türk Devleti’nin bir ‘NATO üyesi’ olduğunu bizlere yeniden hatırlatmış ve ittifak üyeliğinin gereğini yerine getirmesini istemişti. Yani diyordu ki, Meral Hanım; “Bırakın bu tarafsızlık ayaklarını da, NATO üyesi olarak, diğer Avrupalı dostlarımızla birlikte, Ukrayna’nın yanında saf tutun…”

Çok şükür ki; Türk Devlet Aklı, Meral Hanım’ınki kadar sığ değildi. Dolayısıyla bugün gelinen noktada, Türkiye’nin, NATO kılıfı altında Almanya-Fransa-İngiltere patronajına koçbaşı olmayı reddetmesi, fevkalade değerliymiş.

Elbette Türkiye, Ukrayna’ya payanda olmamakla birlikte, Rusya’nın saldırgan ve yayılmacı siyasetini desteklemiyor. Tam tersine, başta Kırım’ın ilhakı olmak üzere, Ukrayna’daki işgalin tamamını reddediyor; bu ülkenin toprak bütünlüğünü savunuyor.

Türkiye’nin bu ilkeli ve sağlam duruşu, kısa vadede Kırım ve Donbas bölgesinin işgalden kurtulmasını sağlamayacaktır. Hani bizimkisi; Hazreti İbrahim’in atıldığı devasa ateşi söndürmek amacıyla su taşıyan karınca misalidir. Safımız belli olsun. Tabi bir de gün ola harman ola

ALT-ÜST OLAN DENGELER

Coğrafyamız, sadece Adalar Denizi’ndeki deprem fırtınasıyla sarsılmıyor. Aynı zamanda, bölge ülkelerinin maruz kaldığı siyasî depremler fırtınası yaşanıyor. Sınırlar yerinden oynadığı gibi, güç dengeleri de alt-üst oluyor.

Daha düne kadar, ‘dünyanın üçüncü büyük gücü’ havalarında gezinen Avrupa ülkelerinin, ABD denklemden çekildiği zaman, kâğıttan kaplana dönüştüklerine tanık oluyoruz. Türkiye’yi 60 küsur senedir ‘üyelik havucuyla’ oyaladığını zanneden Avrupa Birliği’nin, ne kadar kof ve aciz olduğunu görüyoruz. Bu Hıristiyan Kulübünün, Türkiye gibi güçlü ve sağlam bir ülkeyi tam üye yapmamak için çevirdiği fırıldakların, ne kadar saçma ve isabetsiz olduğunu anlıyoruz.

AVRUPA AKILSIZLIĞI

Oysa Türkiye, Avrupa Birliği’ne yük olmaz; tam tersine birliğin yükünü alırdı. Her zamanki kibri, Avrupa’yı altından kalkamayacağı sıkıntılara sürükledi. Türkiye’yi yarım asırdan daha uzun süredir oyaladığını zanneden Avrupa akılsızlığı, bir yerde kendi sonunu hazırladı. Trump’un istiskalleri, Avrupa için zevalin henüz başlangıcıdır. Yani bunlar Avrupa ülkelerinin henüz iyi günleridir. Yersiz ve haksız şekilde ele geçirdikleri zenginlik ve refahın sonu yaklaşıyor.

Kehanette bulunmuyoruz: Avrupa açısından, sömürgen-kemirgenlik dönemi bitti. Hammadde kaynakları tükendi… Ukrayna Savaşı bahanesiyle, Rusya’dan ucuza aldıkları doğalgaza kesik atıldı… Nüfusları tehlike çanları çalıyor… Teknolojik üstünlükleri de çoktan bitti. Geriye, sadece sermayeden yemek kaldı. Ki, o da çok fazla sürmez.

Hadi şimdi gelin de ‘Türkiye Yüzyılı’ gerçekliğine ‘rüya’ deyin; diyebilirseniz…