Kırk yılı aşan Kıbrıs toplumlararası görüşmeler süreci sayesinde değişime uğramayan, yeni anlamlar yüklenmeyen veya en azından taraflara göre yeni anlamlar kazanmayan tanım, ilke, tamlama kalmış mıdır?


Taraflardan birisi “Yoğurt beyaz renkte, sütün fermente olmasıyla ortaya çıkan bir süt ürünüdür” diye tanım yapsa, karşı taraf kesinlikle “Hayır yoğurt siyahtır, falan filan şekilde elde edilir” cevabını verecek neredeyse. Birisi beyaz demişse diğeri illaki siyah diyecek… Gri bile diyemiyor; karşıt olunacak ya.


Hani bugün “yahu biz niye böyle olduk” sorusunu bile akıllarına getiremeyip hala daha birbirlerini yiyen Türkiye sosyal demokratları var ya, bir zamanlar onların efsanevi bir lideri vardı. İkinci adam. İkinci cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanlığından sonra başbakanlığa geri dönebilecek kadar kişiliği oturmuş bir devlet adamı… Evet, İsmet İnönü’den bahsediyorum. Ne demişti o? “Biz muhalefet olmamız hasebiyle (nedeniyle) muhalefet ediyoruz…” Yani muhalefet olmasalar evet diyecekler mecliste görüşülen her ne ise o gün ama muhalefetteler ya illaki hayır diyecekler.


Bizim Kıbrıs görüşmeleri de o. Rumlar önerir, biz reddederiz; biz öneririz onlar reddeder… BM veya diğer “çözümle ilgili çevreler” ortaya bir fikir atarlar, ya her iki taraf ta reddeder veya en azından bir taraf anında püskürtür öyle girişimleri.
Muhalifiz muhalif, kendimize muhalif…
Tamam yoğurt beyaz değil, siyah değil ama en azından kaymağı biraz sarımtırak değil mi? De yahu, de… Bir kez de onu söyle, en azından yoğurda beyaz diyemesen bile kaymağı sarımtırak de.


Doğrusu “gerçek” veya “doğru” her zaman tek olmayabilir. “Doğru” veya “gerçek” hangi açıdan bakıldığına, ışığın nereden geldiğine, önyargılara, kabullere falan dayalı olarak değişkenlik gösterebilir. Yani, siyasette her zaman iki kere iki dört etmeyebilir.
Mesela Kıbrıs meselesini bir “eşitlik” ve “egemenliğin eşit paylaşımı” meselesi olarak ele alsak bazılarımız konuyu “bir adam bir oy” gibi basite indirgeyerek görebilir ve Kıbrıs Türk halkını teslimiyetçi bir yaklaşımla ebede kadar azınlığa, Rum tarafına teslim olmaya, ikinci sınıf vatandaşlığa mahkûm edebilir. Bu kabul edilebilinir mi? Elbette ki hayır. Bazıları ise konuya ilkesel bir 50-50 tam sayısal ve paylaşımsal eşitlik mantalitesiyle yaklaşabilir nüfusun %75’inden fazlasını oluşturan Rum halkına karşı tam bir hakkaniyetsizlik içine girebilir. Bu kabul edilebilinir mi? Elbette ki hayır.


Hâlbuki Annan planında da olduğun gibi konuya iki katmanlı bir yaklaşımla adaletli bir çözüm bulunabilir; çözüm yaşayabilir olsun isteniyor ise bulunulmalıdır. Mesela oluşturulacak alt mecliste halklar temsil edilebilinir ve büyük olan grup daha fazla, küçük olan daha az sandalye düzenlemesi ile “temsili demokrasi” veya “bir adam bir oy” ilkesi hayata geçirilebilinir. Diğer yandan iki kurucu devletin eşit sayıda üye ile üst mecliste temsil edilmesi suretiyle de iki kurucu devletçiğin eşitliği sağlanabilinir. İlle de böyle mi olması gerekir? Hayır, 2004’de BM genel sekreteri ve o zaman katkı koyanlar böle bir formül bulmuşlar, bu günkü görüşmeciler bir başka yaklaşım ve formül bulabilir. Mesele bu konu ne tümüyle 7’ye 3 ne de 5*-50 ile ortadan kalkabilir. Bu bir insani mesele, sadece devletin veya görüşmecilerin katılımı da yetmez toplumsal kabul sağlanmalıdır. Nitekim konu çözümlenmemiş ama üzerinde şimdiye kadar sayısız öneri gidip gelmiştir iki taraf arasında.
Şimdi biz adalet, siyasi eşitlik ve hakkaniyet derken Rum tarafı ne diyor? Kıbrıs’ın ekonomik-finansal krizini aşmak için adanın doğal gaz kaynaklarını ipotek etmeyi düşünüyor. Üstelik bunu yaparken adanın anayasasına ve 1960 anlaşmalarına üstelik de 1977 ve 1979 üst düzey doruk anlaşmalarından bu yana kabul edilen enerji kaynaklarının federal konu oldu prensibini görmezden gelebiliyor.


Mal mülk meselesi de bir diğer baş ağrısı konusu. Elbette ki mal mülk meselesi kişisel bir konudur. Kişilerin mal sahibi olma hakları engellenemez. Ancak toplumu oluşturan bireyler olarak böyle önemli bir hakkımız varken, toplumun bireyleri olarak da kümülatif haklarımız vardır. Kişisel çıkarlar korunacak diye 1977 ve 1979 üst düzey anlaşmalarda kararlaştırılan ve o günden bu güne BM çözüm parametreleri arasında baş sırayı işgal eden iki kesimlilik ve iki toplumluluk konuları berhava mı edilecek? İki kesimlilik ve iki toplumluluk Kıbrıs Türkü i.in yaşamsal önemde ise, ki öyledir, o zaman toplumun yaşamsal önemdeki çıkarları mı kişisel haklar mı önde gelecektir?


Esasında empati geliştirmeyi öğrenmemiz, konulara karşıtımızın baktığı gözlerle, o açıyla bakabilmeliyiz. Ancak o zaman yapılan muazzam hataları, nasıl hataların birikerek iki halk arasında uçurumlar oluşturduğunu anlar ve bir iyi niyetli dokunuşla bütün bu kavramsal sorunları berhava olabileceğini görürüz.


Eğer adada ters-yüz edilmemiş taş bırakılmamış ise ve herkes siyasi irade olması durumunda bu sorunun çözülebilirliğine inanıyor ise, niye vakit kaybediyoruz? Niye en azından gri alanlarda buluşmaya gayret göstermiyoruz?

(Star Kıbrıs'tan)