İlk önce dünyanın en temiz ve de güzel insanları tüm çocukların bayramı kutlu olsun dememe izin verin!


BM Genel Sekreteri "Şu an için çok taraflı konferans düzenlenmesine temel oluşturacak şekilde, Kıbrıs müzakerelerinde, esas konularda yeterli ilerlemenin bulunmadığını" belirttikten sonra "neden?" sorusunu dürüst bir şekilde cevaplayacak olursak "Rum Yönetimi'nin isteği doğrultusunda gelinebilinen nokta budur da ondan!" demekten başka bir şey söyleyebilir miyiz?


Sistematik bir şekilde "sözde talep ettikleri çözümü engelleme operasyonu" yürütürken utanıp, sıkılmadıkları ortada!


Son olarak "navigasyon sistemleri" ile aldıkları karar ortada.


Ben bir Alman turist olsam ve kiralık araçla adada gezmek istesem KKTC sınırları içinde yolumu bulamam. Çünkü Rum Kesimi ancak belleğinde Türkçe isim bulundurmayan navigasyonlara izin verme kararı almış. KKTC yollarında tabelaları okuyarak navigasyonun önerdiği yoldan gitmek neredeyse imkansız bu topraklara yabancı insanlar için!


Amaç zaten Güneye gelenlerin Kuzeye geçmesini engellemek!


Lafta "dostuz", pratikte ise "düşman"!


BM nezdinde artık yaşamakta olduğumuz koşullara kesinlikle uymayan bir "çözümün" gerçekleşemeyeceğini Kıbrıs Konusu'na en "Fransız kalanlar" bile anlamış durumdalar.


Bu koşullarda hem iki ayrı devletin "ne anlama geldiğini' hatırlatmak hem de kaçınılmaz olarak "alternatif çözüme" doğru gidilen bu günlerde bir devlet olarak ilk önce "kendi kendini" ciddiye" almak bence hiç yanlış değil!


Bu adada iki ayrı devlet var.


Bu iki ayrı devleti birbirinden ayıran bir sınır mevcut. Sınır kapıları sanırım boşuna yapılmadı.


Tüm dünyadaki sınır kapılarında (AB tarzı iç sınırlar değilse) kimse kontrolsüz bir ülkeden diğerine gidemez.


Rum Kesimi'nin AB nezdinde "kaçaklar Kuzeyden geliyor" diye sürekli şikayet ettiği KKTC bir devlet olarak elbette sınır kapılarında tek, tek şahıslara yönelik pasaport kontrolü yapmasından daha doğal ne olabilir.


Eski gidişat çok sakıncalı idi. Bir araç içinde beş kişi, araç şöförünün dört pasaport ya da kimlik göstermesi sonucu sınırı aşma şansına sahipti. Yani eski uygulama ile hem KKTC'yi kaçak olarak terk etmek, hem de KKTC'ye kaçak olarak giriş yapmak mümkündü.


Şimdi gündeme gelen uygulama doğru olanı! Her devlet ülke giriş ve çıkışlarını "dört dörtlük" kontrol ettiği oranda iç güvenliğini sağlayabilir.


Bence bu uygulamayı eleştirenler "kontrol edilmeyi" değil de sınır kapıları düzenlemesini eleştirseler haklı olurdu. Bu adada sınır kapılarının tek yol üzerine sıralanmış konteynırlar yerine  en az beş, altı aracın yan yana giriş, çıkış yapabileceği "klasik sınır kapısı ya da Boğaziçi köprüleri tarzı" gişeler şeklinde olması kontrol işlemlerinin daha hızlı ve daha az bekleme ile gerçekleşmesini sağlayacaktır.


KKTC'de bir devlette yaşadığını unutanlar, devletin memurlarının ve devletten harcırah ya da mali katkı alarak yurt dışına çıkanların "Kıbrıs Cumhuriyeti adını istismar edenlerin verdiği pasaportu" kullanmamaları gerektiği konusunu da eleştirmekteler. Bu da çok talihsiz bir eleştiri.


Kimse devlet memuru olmak zorunda değil. Ancak bir devletin memuru olmaya karar veren baştan sorumluluklarının da bilincinde ise zaten başka bir devletin pasaportu ile kendi devleti adına resmi geziye çıkmaz.


Üstelik "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye tarafından tanınmayan" ve BM askerlerinin özel olarak görev yaptığı bir sınırın ardında "düşman" konumunda olan bir ülkenin pasaportunu bir KKTC devlet memurunun kullanmasını savunmak için "devlet memuru olmanın ne demek olduğunu" anlamamak gerekir. Bir yandan devlet memuru olmanın tüm imtiyazlarını kullanıp diğer yandan devletin "baş düşmanı" konumundaki ülkenin pasaportu ile memuru olduğu ülke için göreve çıkmak başlı başına bir çelişki değil de nedir?


Kimse "o pasaportu almayın" demiyor.


Ancak devlet memuru iseniz sorumluluklarınızın bilincinde olun demeye de hakkı olsun bir devletin.