KKTC’de politika ile haşır neşir olanların analizi iyi yapmasında yarar var.
Türkiye’de AK Parti İktidarı’na karşı 17 Aralık 2013 tarihinde gündeme gelen “Hükümeti Devirme Girişimi” aslında Kıbrıslı Türkler için de büyük bir “tehdit”.
Aynı Türkiye’de olduğu gibi KKTC’de de “devlet içine çöreklenmeye” çalışan ve KKTC’de de “ağlarını örme çabaları içinde olan” Türkiye’ye büyük zararlar vermekten çekinmeyenler konusunda uyanık olmak yanlış olmaz!
Hele Kıbrıslı Türkler içinde “Türkiye’den sıyrılalım nasıl olsa AB var” mantığında olanlar bu konuda “büyük hayal kırıklığı” yaşamak istemiyorlarsa AB’nin Türkiye’deki “hatalı duruşunu” iyi analiz etmeliler.
Mesele “yolsuzluk” değil. Öyle olsaydı suçlu olanlar çoktan hapiste olurlardı. Çünkü soruşturma çok eski ama hep bekletilmiş ve hatta devlete yönelik şantaj aracı olarak istismar edilmiş bir dosya.
Mesele “Hanefi Avcı” ya da “Nedim Şaner” olaylarında ortaya çıktığı gibi gerçek yüzleri teşhir olanların “amaçlarına ulaşamamanın verdiği hırs ve kinle” “Romayı yakma” kararı.
Bu uğurda “Türkiye’ye verdikleri dev zararı” bile göze alacak kadar “gözleri kin bürümüş” ve bu halleriyle “İslam Dini ile büyük çelişki” içinde olanların “fiziki zarar veremediklerinde” “beddualara” başvurarak “benim olmayan kimsenin olamaz” kavgasında “taraf” olma zorunluluğu var. “Fil dişi kuleye” çıkıp seyredenler bilmelilerki bu kavga demokrasi kavgası. Türkiye’de “kanın akmasını isteyenler”, “Kıbrıs Sorunu’nun adil çözümünü çıkarları gereği istemeyenler”, “Kürtler ve Türkler arasında huzur ve barışın olmasından rahatsız olanlar” bu kavgada “demokrasinin” karşısında olanlar.
Kıbrıslı Türkler sadece ve sadece Türkiye’de demokrasi kazandığı takdirde “kazanan” yoksa 2002 öncesi Türkiye’sinin amacına uygun olarak “kaybeden” olma durumundalar.
İşte KKTC’de “körü körüne AB’ye güvenenlere ders olması için Türkiye’de olanlar ve AB’nin tavrı konusunda bir gözlem ve analiz sunuyorum:
Türkiye’nin “İstanbul’daki dev yeni havaalanından”, “üçüncü köprüsünden”, “Marmaray’dan”, “nükleer enerji üretir konuma gelmesinden”, “petrol kaynakları üzerinde oturanlarla sıkı işbirlikleri yaparak petrol ve gazın dağıtımında kilit roller üstlenmesinden”, “ekonomisinin krizlerden etkilenmemesinden”, “bulunduğu coğrafyada önemli bir güç olarak dik durmasından”, “AB’de bazılarının beklediği ve eskiden Türkiye’yi 2002 öncesinde temsil edenlerin yaptığı gibi AB yalakalığı yapmamasının ve tam tersine AB’ye eşit göz hizasında bakmaya kalkmasından”, “Rusya, Çin gibi ülkelerle AB’yi ve de ABD’yi rahatsız edecek sıkı ilişkiler kurmasından”, “İran gibi komşularıyla kendi çıkarlarını ön planda gözetip “ABD’nin bekçi Murtaza’sı” olmamasından”, “ABD ve AB ülkelerinin taşeronları konumunda onlarca yıldır Türkiye’de onlara uşaklık yapan sermaye çevrelerinin artık güçsüzleştirilmiş olmasından”, “müslümanları kontrol etme adına ABD tarafından kollanan tarikat ve benzerlerinin artık deşifre olmuş ve işe yaramaz hale gelmiş olmasından”, “Kürt Sorunu diye tanımlanan sorunu çözmesinden” ve daha nice benzeri nedenden dolayı Türkiye ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan rahatsız olan ABD ile sıkı ilişkilere sahip güçlü AB ülkeleri kendi çıkarları söz konusu olduğundan dolayı işte bir kez daha “AB Temel İlke ve Değerlerini” ayaklar altına aldılar.
“Gezi Provakasyonu” gündeme geldiğinde de aynısını yaşamıştık. O ana kadar çok sıkı bir diyalog halinde oldukları Türkiye’de olanlar ile ilgili bilgiyi direk hükümetten de “bir dinlemek yerine” onlara servis edilen “yalan haberlere” sımsıkı sarılmışlardı. Büyük AB ülkeleri medyasında öyle fotoğraflar ve haberler çıkmıştıki “Taksim Meydanı” ile ilgisi yoktu. Bir anda diplomatik düzeyde “laf edemedikleri” ve “yağcılık yaptıkları” Türkiye “anti-demokratik” bir ülke olarak tanımlanmaya başlamıştı. Çünkü “düğmeye basılmış” ve “olur ya belki tutar” mantığı ile “Gezi’de seferber edilen taşeronlara” yatırım yapılmaya başlanmıştı. O tarihlere kadar dünyanın hiç bir yerine yönelik acele bir “çıkış” yapmayan Almanya Şansölyesi Angela Merkel bile “çoşmuş” arka arkaya iki kez alışılmamış bir şekilde “Türkiye’yi” eleştirmişti. Zaten son Kıbrıs Cumhuriyeti ziyaretinde kurmayları sohbet ederken “keşke Türkiye’de eskisi gibi askerler olsaydı” dediklerini duymuş olduğum Alman Şansölyesi’nin “Türkiye’yi her geçen gün daha fazla rahatsız edici bir ülke” olarak gördüğü de bir sır değildi.
“Gezi Operasyonu’nda” başarılı olamadılar ama yeni “taşeronların” farkına vardılar. “Gezi Provakasyonu” ilk başladığında Türkiye’de hiç yaşanmamış” çadır yakma” gibi kışkırtıcılıkta başarılı olan kesim ile ilişkilerini geliştirdiler.
Örneğin Almanya’da “okullarını”, “medya organlarını” ve “tüm faaliyetlerini” çok sıkı takip ettikleri ve de bazı bölgelerde “okul kurmasına izin vermedikleri” dini bir grubun onlar için Türkiye’de sempatik ve işe yarar hale gelmesi başka nasıl açıklanabilinir?
“17 Aralık Hükümeti Devirme Girişimi” gündeme geldiğinde AB’de “Türkiye ile sorunlu” ülke ve organları “Gezi’den de deneyimli” bir şekilde yine tüm “AB Değerlerini ve İlkelerini” ayaklar altına alarak “operasyonlarını” başlattılar.
Türkiye’de “dış güçlerin taşeronu olarak devreye giren tarikatla olan sorunları” onlar için sorun olmaktan çıktı. Türkiye’deki “derin devletin artıkları”, “ulusalcı kemalistler” ve “malüm tarikatımız” ittifakı birden AB ülkeleri için “Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak adına” işbirliği yapılabilir hale geldiler.
Geçmişte Türkiye’nin AB üyeliği için hep engel olarak gösterilen “derin devlet”, aleyhine binlerce rapor, makale, haber ürettikleri ve okullarıyla sorunlu oldukları tarikat ve “AB İlkeleri” ile büyük çelişkisi olduğunu hep üyeliğimize karşı neden olarak öne sürdükleri “ulusalcı kemalizm” hedeflerine ulaşmak için sorun olmaktan çıkıverdi.
Şu an da AB Medyası’nda ve de özellikle de onların “ortakları” Türkiye’deki 2002 öncesinin sisteminden nemalanan ve de günümüzde bu nedenle hükümet ile sorunlu olan medya grubu tarafından servis edilen haberler çıkmaya başladı.
Sanki AB ülkelerinin medyası planlı bir şekilde 17 Aralık Hükümeti Devirme Girişimi’ni” beklemekteydi.
Plana uygun şekilde “yolsuzluk” başlığı altında neredeyse aynı kalemden çıkma “Erdoğan’ın Bataklığı”, “Erdoğan bu sefer kaybetti”, “Erdoğan iktidarda kalamaz artık” başlıklı makaleler servis edilmeye başlandı. Elbette AB ülkelerinde yaşayan “bu ülkelere yalakalık” yaparak varlıklarını sürdüren Türkiye kökenli çevrelerin de yoğun katkısı ile sosyal medyada aynı içerikli mesajlarla doldurulmaya başlandı.
CDU’lu bir Türkiye kökenli vekilin sosyal medya sayfasında ona mesaj yazan ünlü bir CDU’lu şahsiyetin “nihayet artık bizim de sempati ile bakacağımız bir Türkiye gerçekleşeceğe benziyor” cümlesi aslında bu anlattıklarımın mükemmel bir özetini oluşturmakta. AB genelinde tüm siyasi partilerin de koro halinde desteklediği “17 Aralık Hükümeti Devirme Girişimi” istedikleri gibi bir seyir almadıkça da “hırçınlaşmaktalar”. Bugün medyada yayamaya çalıştıkları tek mesaj “Erdoğan’ında yolsuzluk nedeniyle şüpheli” konumda olduğu “propagandası”.
Oysa “AB Temel Değer ve İlkeleri” “yargısız infaza” kesinlikle karşıdır.
AB ülkeleri içinde Türkiye ile sorunlu olanların hepsinin Türkiye’de hükümet ile iyi ilişkilere sahip olan bağlantıları nedense “meseleyi bir de hükümetten” dinleyelim arayışı içinde değil. “Mahkeme kararı olmaksızın kimse suçlanamaz” ilkesi “kahpece Türkleri Türk olduğu için katleden nazi çetesi NSU için bile geçerli kılınırken”, Türkiye ve AK Parti Hükümeti söz konusu olduğunda “ayaklar altında çiğnenmekte”.
Çünkü işlerine geleni bu! “Asılsız iddiaların” gerçek çıkması tek dilekleri. Noel zamanı kiliseye gidip bu amaçla dilekte bulunup mum yakacaklar neredeyse.
İki yüzlülükleri en çok Türkiye’de popüler olan bir isimle ilişkilerinde ortaya çıkmakta. Daha düne kadar randevu istediğinde “o çok sayıda yolsuzluklara karışmış” diyerek geri çevirdikleri o ismi bile “yeterki AK Parti’ye zarar versin” mantığı ile destekler haldeler.
Avrupa Parlamentosu sıralarında oturmuş ve “AB Değerleri ve İlkeleri’ni” her zaman savunduğu için Türkiye’de geçmişte bedeller ödemiş biri olarak AB adına utanç verici bu duruma diyecek söz bulamıyorum bazen.
İşte Egemen Bağış olayı. Daha düne kadar AB Bakanı ve Başmüzakereci olan Egemen Bağış Türkiye ve AB arasında gerçekten çok emekler vermiş bir dostum. AB nezdinde çok saygı gören ve mükemmel ilişkilere sahip Bağış ile Gezi Porvakasyonu sırasında bile diyalog halinde olup, onun bakış açısını merak edenler hakkında “iğrenç bir suçlama” yapıldığında hemen “yargısız infazı” uygulayıverdiler.
Biraz olsun “AB Değerlerine” değer veriyor olsalardı “Egemen ne oldu? İnanmak istemiyoruz! Bu iddialar doğru olamaz” diye telefonlarını çaldırırlardı. Hayır yapmadılar, Çünkü “yalanlar”, “iğrenç suçlamalar” “emelleri uğruna” Egemen Bağış’ı da feda etmeye yeterli onlar için.
“Mevlüt beyin seçilmiş olması TC.'nin en büyük diplomatik başarısıdır. Kendi iline şehrine önemli katkılarda bulunmuş çok önemli bir siyasetçidir. Arkadaşlığımız ise Ak Parti'nin kurulduğu gün başlamıştır. Örnek bir yol arkadaşlığı sürdürdük. Bu da böyle sürecektir kimsenin şüphesi olmasın. Şahsi ikbali uğruna milletin değerini göz ardı edenler bunu anlayamaz…Ak parti çok büyük bir ailedir. Bu ailenin içine fitne sokmak isteyenler oldu yine de olacaktır…Hiçbir burukluk yaşamaktan görevimi arkadaşıma devrediyorum. Başbakanımızdan aldığımız terbiye bize hesaplaşmayı değil helalleşmeyi bize öğretti. Mevlüt kardeşimin hep yanında olacağım, destekçisi olacağım. Ben bu ailenin bir neferiyim, askeriyim. Vize garabetini kaldırma konusunda çok emek verdik. AB'ye vizesiz seyahati umarım Mevlit bey gerçekleştirecek. Arkadaşlarımın çok büyük emekleri oldu. Alnımız ak başımız dik bir şekilde grevi devretme gururunu yaşıyoruz. Durmak yok yola devam demiştim, bu bizim sloganımız. Emanet ehlindedir, içim rahat gönlüm çok rahat. Kendisinin 5 yıl yol arkadaşı olmamı sağlayan sayın başbakanımıza şükranlarımı sunuyorum.” diyerek “alnının akı” ve “onuruyla” ve de örnek bir şekilde Bakanlığı Mevlüt Çavuşoğlu’na teslim eden Egemen Bağış AB’yi iyi tanıyan bir politikacı olarak “AB’deki muhatabları önünde hep dik durdu”.
Boşuna heveslenmesinler daha önce Avrupa P. Konseyi’nde Başkan olma “büyük başarısını” gösteren Mevlüt Çavuşoğlu hiç farklı olmayacak. O da bunu görevi teslim alırken “Sayın Egemen Bağış ile ABD’de öğrenciyken beraberdik. Yaklaşık 24 yıl oldu. AB takımının kaptanlığını üstlenmenin sorumluluğunu ve gururunu yaşıyorum. İnşallah kendisi daha yüksek uluslararası görevlerde bulunur biz de ondan devir teslim alırız. Esasen bugün sayın Başbakanımızın takdiriyle bir AB bakanlığı varsa bunda en büyük emek sayın bakanımızındır, kardeşimindir. Adeta bakanlığın, adeta değil kurucusudur. Dolayısıyla böylesine hazır kurulmuş çok iyi noktaya gelmiş bakanlığı daha iyi duruma getirmek büyük bir yükümlülüktür.” sözleriyle net bir şekilde dile getirdi.
Türkiye olarak AB yolunda kararlı adımlarla Egemen Bağış’ın çabalarıyla “dimdik ve onurlu” ilerleyen Türkiye şimdi aynı şekilde Mevlüt Çavuşoğlu dostumuzun “aynı duruşu” ile yoluna devam edecek.
Bu Kıbrıslı Türkler içinde olumlu bir gelişme. Türkiye’de kabine değişti ama Kıbrıs Politikası açısından değişen ya da olumsuz olan hiç bir gelişme yok. Tam tersine Kıbrıs’ı ve KKTC’yi ve de insanlarını çok iyi tanıyan bir AB Bakanı ve Başmüzakereci görevi bu konuda onunla aynı çizgi, deneyim ve kararlılığa sahip yeni bir AB Bakanı ve Başmüzakereci geldi.
Kimbilir belki gün gelir AB’de bugün “Türkiye’yi yargısız infazla yargılayanlar” ve Türkiye’nin “onurlu” devlet adamlarına “çamur atarak” Türkiye’yi zayıflatmak isteyenler “utanırlar tüm bu yaptıklarından”. Çünkü AB Değer ve İlkelerine sahip çıkan biz olacağız!