Bir fırtına koptu ve “ayıplarımızı” gözler önüne serdi.
Hepimiz biliriz: “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. ALLAH (c.c.) bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)
Aynen de öyle oldu bu fırtına ile ilgili “üzücü” ama “öğretici” ve de “ders çıkarılması” gereken gelişmeler!
Gazeteci dostumuz Levent Özadam sosyal medya aracılığı ile “Lefkoşa-Girne yolunda Boğaz bölgesinde yol kenarında bulunan dev reklam tabelaları kağıt gibi havalarda uçuşuyor. Eğer ciddi bir kazaya yol açarsa bunun hesabını kim verecek?” sorusunu sordu. Doğru bir soru!
Gerçekten kim sorumlu bu dev ve de zevksiz reklam panolarından?
Kim bu panoların bu şekilde göz zevkini perişan eder ve de daha kötüsü “can, mal ve doğa güvenliğini tehdit edercesine” oraya, buraya “uyduruk” bir şekilde yerleştirilmesine izin vermekte?
Hangi kurum ve memurları bu işten sorumlular?
Hiç kimse bana “ama fırtına…” falan diye “maval okumasın”.
Akdeniz’in ortasında bir adada yaşayan “olabilecek en sert fırtınaya karşı gerekli önlemi” almıyorsa ve genel olarak güzel havaları buna “bahane” olarak gösteriyorsa ona sormak gerek “nerede yaşıyorsun” diye!
KKTC’de sorumluluk taşıyan bir politikacı olsaydım, hemen buldururdum “bu sorumsuz sorumluları” ve hesap sorardım.
AB ülkelerinde, örneğin Almanya’da bu işten sorumlu olanlar hem “tabelayı oraya yerleştiren şirket” hem de “bu sağlam yerleştirilmemiş tabelalara onay veren memurlar” cezai yargılamada ceza alırlar ayrıca verdikleri zararı da “takır takır” öderlerdi!
Bu tabelalar “oldukları yere düştüler” ya da “sadece ağaçlara zarar verdiler” diye teselli bulanlara acırım. Ya bu tabelalar çok işlek olan Lefkoşa-Girne yolunda içi çocuklarımızla dolu bir minübüsün üstüne “rüzgarın verdiği hızda eklenerek uçup, çarpsaydılar” ne olacaktı?
Can, mal ve doğa söz konusu olduğunda bu derece kayıtsız kalan “devlet memurları” bir de “utanmadan” “13. maaş söz konusu olduğunda kıyameti “koparmıyorlar mı?”.
Şimdi ise “fırtına koptuğunda” biz vatandaşlar olarak bu “sorumsuz sorumlular” hakkında “kıyameti koparmalıyız”. Bırakın “13.maaşı” böyle “sorumsuz sorumlular” ne aldıkları “maaşı” ne de “devlette çalışmayı ve sorumluluk üstlenmeyi” hak etmemekteler.
Mecliste bugün “bütçe” hakkında konuşan vekillerimiz bu konuyu “bütçe” konuşulurken ele almayıp ne zaman ele alacaklar acaba?
Yeni Erenköy’de Kültür Merkezi’nin çatısı uçmuş! “Kader” deyip geçecek miyiz?
Yeni Erenköy, Almanya’da “Neues Erendorf” adını taşısaydı şimdi yerel politikacılar “kıyameti koparıyorlardı”.
Kim inşa etti bu “uçan çatılı” Kültür Merkezi’ni?
Kim onayladı ve ruhsat verdi “uçan çatıya”?
Bir bir ortaya çıkarırlardı ve hesabını sorar ve de ödetirlerdi!
Yeni Erenköy’de bakalım ne olacak?
“Dobra, dobra” söylemek gerekirse: KKTC’de ana sorunumuz “kalite” ya da “kalitesizlik” sorunu!
İnşaatlarda “kontrolsüzlük” beraberinde “kalitesizliği” getirmiyor mu?
Güya “İngilizce Eğitim” olduğu söylenen ülkemiz üniversitelerinden mezun olan öğrenciler “neden İngilizce konuşamıyorlar?”. Bu mu “kalitemiz” ?
Gıda ürünlerinde aynı sorunlara sahip değil miyiz?
Daha saya, saya bitiremeyeceğim ve siz okurlarımın en az benim kadar iyi bildiğiniz “kalitesizlik” sorunumuzun asıl sorunu ise “Politika”.
“Partimin üyesi”, “amcamın kızı”, “oğlum”, “kızım”, “teyzemin yengesinin akrabası olur” ve benzeri şekilde hep “kayırarak” işe aldıklarımız “kaliteden” anlamazsa bundan dolayı onları suçlama “hakkımız” olur mu?
Ancak olmak zorunda!
Madem ki birileri genel olarak torpil ile “bir yerlerde oturup”, halkımızın “can ve mal güvenliğinin” sorumluluğunu üstleniyorlar ve “iyi de maaş” alıyorlar hem de “13 kere” o zaman yeri geldiğinde “bedelini de ödemek” zorundalar!
KKTC’de “kalite” sorununu çözmemizin tek yolu “sorumsuz sorumlulardan hesap sormaktır” sevgili okurlarım!