2011 yılı birbirine paralel coğrafyalarda gelişen ama bambaşka dinamiklerin doğurduğu iki büyük krize sahne oldu. Bunlardan ilki Arap dünyasında demokratik hareketlerin tetiklediği ancak neticede jeopolitik dengeleri de yerinden oynattığı için giderek tehlikeli bir mecraya sürüklenen süreç oldu. Diktatörlüklerce yönetilen bir coğrafyada siyasal katılım sınırlı kalsa da kırılgan bir denge topyekun bir savaş senaryosundan bölgeyi koruyabiliyordu. Bugün Irak'ta, Suriye'de, Basra Körfezi'nde yerinden oynayan dengeler bölgenin kanlı bir çatışmaya yuvarlanma riskini hissedilir ölçüde artırdı. Senenin sonuna geldiğimizde ürperti veren senaryolar ortalıkta dolaşmaya devam ediyor.
Asıl üstünde durmak istediğimiz kriz, Avrupa'nın içinde bulunduğu ekonomik bunalım. Belki bu ölçüde riskler içermiyor, Ancak onlarca yıldır ekonomik süper güç olarak konumunu muhafaza eden bir coğrafyanın içinde bulunduğu durumun tüm dünyayı etkilemeyeceği düşünülemez. Avrupa, Fransız Devrimi'nden İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar kabına sığamayan, tüm dünyanın gündemini belirleyen dinamiğini muhafaza etti. Geçmişte Avrupa'nın krizleri içeride biriken aşırı gerilimi dışarıya taşımasıyla küresel ölçeğe taşınırken bugün yaşananlar, bölgenin kendi içine çökmesiyle tüm dünyanın ekonomik dengelerini yerinden oynatan bir kara deliğe dönüşmesi olarak tanımlanabilir.
Bugünün Ortadoğu'su gibi dengeleri alttan gelişen dinamiklerle sarsılan ve dönemsel şiddet patlamalarıyla dünya tarihini yazan Avrupa, 1945'ten itibaren durulan, tesis ettiği barışıyla, hızla ve dengeli büyüyen ekonomisiyle tüm dünyanın gıpta ettiği bir güç haline gelmişti. 1989'dan itibaren Doğu Avrupa'nın da beyaz devrimlerle kendi kaderini eline alarak Batı'daki komşularıyla aynı yola girmesi, Avrupa'nın bahar havasına girmesine sebep oldu. Batı ve Doğu Almanya'nın birleşmesiyle yaşanan coşku bir süre ekonomik durgunluğa ve hayal kırıklıklarına yol açtı; yine de son iki yıla girene kadar hala Avrupa'nın siyasi ve ekonomik modeli pırıltısını korumayı başardı.
ABD'de başlayan ekonomik krizle birlikte Avrupa'da da tedirginlikler kendini hissettirmeye başladı. ABD sıkıntılı da olsa bir toparlanma sürecine girdiğinde ise Avrupa'nın halının altına süpürdüğü tüm sorunlar ortaya saçılıverdi. Avrupa hükümetlerinin -özellikle güneydeki Yunanistan, Portekiz, İspanya ve hatta İtalya gibileri- kaldırabileceğinden çok daha fazla borç yükü biriktirmişti.
Üstelik ABD ekonomik krizden çıkmak için zayıf bir dolar siyasetine dönerken euro aşırı güçlü kalmış Avrupa'nın birçok ülkesi de rekabet gücünü yitirmişti. Almanya parasal birlikten sonra Avrupalı komşularına ihracatını artırarak yoluna devam etti ancak bu gelişme Avrupa'nın güneyi ve kuzeyi arasındaki ekonomik dengesizlikleri beraberinde getirdi. Almanya'nın başarılı ekonomik performansının altında yatan bu sistem güney Avrupa'nın borç krizine girmesiyle sona erdi. Yine de Almanlar güney Avrupa'nın savurganlığından, tembelliğinden dem vurarak bu ekonomik çöküntünün faturasını ödemek istemediklerini söylüyorlar. Bu fatura belirli ölçülerde Almanya'ya yıkılacaksa bile bu, ancak Avrupalı devletlerin bütçeleri üzerindeki egemenlik haklarını önemli ölçüde AB lehine devriyle mümkün olacak.
2012 AB'nin bu krizden ne şekilde çıkacağını göreceğimiz bir yıl olacak. Ortaya çıkan Avrupa büyük ihtimalle -eski pırıltısını bir ölçüde yükselen güçler lehine kaybetse de- daha fazla entegrasyona yönelen bir ulus-üstü yapı olacak. Bazıları (İngiltere?) belki süreci şimdilik uzakta kalıp izlemeye devam edecek ama tüm dünya için olduğu gibi Türkiye için de Avrupa'nın serüveni hala önemini koruyor.