BİR ay içinde Türkiye’den ikinci fotoğraf.

Birincisi “Time”ın kapağındaki Başbakan Tayyip Erdoğan fotoğrafıydı.

Üç bölümü övgü dolu, bir bölümü ise eleştiren dört de yazı...

* * *

İkinci fotoğraf ise dünkü “International Herald Tribune” gazetesinin manşetindeydi..

Battaniyelere sarılmış, yan yana yatan cesetler...

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait uçakların yanlışlıkla vurduğu insanlar.

Dakikalarca fotoğrafa baktım; yabancı gazetelerde yazılanları okudum.

Sonra oturup aşağıdaki yazıyı yazdım.

Dışarıdan değil, içeriden baktım.

“Beyaz Türk” kimliğimi bir yana bırakıp, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak baktım.

Ne iktidarın pembe gözlüğünü taktım, ne muhalefetin kara gözlüğünü...

“Biz” olarak baktım ve “Meğer” kelimesiyle başlayan gözlemlerimi alt alta koydum.

* * *

MEĞER

-  Yerde yatan insanların kılık kıyafetine, üstlerine atılan battaniyelere yansıyan yoksulluğa, fukaralığa baktım.

Neredeyse bir Afganistan fotoğrafı.

Bunun yanına, Türkiye’nin batısında bir kaza olduğunda koşan ilkyardım ekiplerini, onların donanımlarını, kılık kıyafetlerini, ceset torbalarını gösteren fotoğrafı koydum.

-  Meğer...
İki Türkiye varmış. Türkiye’nin o tarafında gerçekten yoksulluk varmış.

* * *

MEĞER

-  Katır sırtında sınırı geçen gencecik insanların ne yaptığına bakıyorum.

Kaçakçılık...

Meğer...

Özal zamanında ortadan kalkan kaçakçılık yeniden hortlamış.

Meğer serbest pazar ekonomisi yeniden devletin gölgesine girmeye başlamış.

* * *

MEĞER

-  Türk Silahlı Kuvvetleri, bu kişilerin teröristlerle karıştırıldığını söyleyerek kendini savunuyor.
Türk gazetelerinin manşetlerine bakıyorum:

“Vahim hata”, “Hazin hata”, “Üzüldük”, “Bilmem ne sendromu”...

Meğer neymiş?

Demek ki Türk Silahlı Kuvvetleri, herhangi bir kasıt olmadan da yanlışlıklar yapabilirmiş.

Demek ki, her hatanın ardında bir Ergenekon bağlantısı olmayabilirmiş.

* * *

MEĞER

Herald Tribune, BDP Başkanı Demirtaş’ın ağzından şu yargıyı veriyor:

“Erdoğan’ın yaptığı, Suriye’de Beşar Esad’ın yaptığından farklı değildir. O da kendi vatandaşını vurmuştur.”

İnsafsızca bir iftira... Türkiye’nin asla hak etmediği bir yafta.

Ama neymiş?

Kendisi camdan evde oturanlar, başkalarının evlerine taş atarken daha dikkatli olmalıymış, iki kere düşünmeliymiş.

-  Bu arada dikkat: Esad benzetmesi ilk defa telaffuz ediliyor.

Ama bundan sonra sık sık işitmeye hazır olalım.

Sıkışan örgüt bunu kullanacak.

* * *

MEĞER

“Wall Street Journal” dünkü sayısında AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik’in yaptığı açıklamada, bizim farkına varmadığımız, ama onların dikkatini çeken bir detayı aktarıyor.

Çelik, ölen kişilerden söz ederken “Siviller” ifadesini kullanmamış.

Sadece “Kaçakçılar” demekle yetinmiş.

Demek ki...

Asker tamamen kendi sorumluluğunda olunca “iktidar söylemi” değişiyormuş.

Demek ki iktidar belagati da artık mercek altında...

* * *

MEĞER


-  Dün yabancı gazetelere bakınca şu durum açıkça görülüyor.

PKK 25 Türk askerini öldürünce, bu olay gazetelerin manşetlerine çıkmıyordu.

Ama Türk ordusu yanlışlıkla 35 sivil Kürt’ü öldürünce manşet oluyor.

Demek ki...

Bu olayı manşete çıkarmak için fırsat bekleniyormuş.

Her iki gazetenin haberinde de, Kürt sorununda bugüne kadar 30-40 bin kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Ama en azından, ölenlerin hepsinin Kürt olduğu yalanı söylenmemiş.

* * *

KORKUM ŞUDUR

-  Bütün bunlara bakınca, şu ihtimali aklımızın bir kenarına yazmalıyız.

Korkarım ki, bazı çevreler Kürt meselesini “Arap Baharı’nın mücavir alanına” sokmaya uğraşacak.

Yani, CNN’nin, BBC’nin hatta El Cezire’nin oraya kamp kurması yakındır...

Hemen kızmayın, öfkelenmeyin.

Hazır olun, hazır olalım...

Yılı böyle bir yazı ile kapatmak istemezdim.

Ama Türk’ün de, Beyaz Türk’ün de, Kürt’ün de, Beyaz Kürt’ün de önündeki gerçek bu...

Yine de umutluyum.

Hepinize iyi yıllar.