28 Şubat sürecinin yanında yer alan gazeteciler, kurumlar, yazarlar ve fikir adamları aslında bir geleneğe güvenerek bu sürecin destekçileri olmuşlardır.

Bugünlerde 28 Şubat\'ın vesilesiyle ortaya dökülenler, kimlerin bir askeri müdahalenin yanında yer aldığını, hangi maskeleri taktığını ortaya çıkardığı gibi, şimdilerde bazılarının günah çıkararak yeni kimliklerle ortada dolaştığını da gözler önüne sermiş oldu.

28 Şubat sürecinin yanında yer alan
gazeteciler, kurumlar, yazarlar ve fikir adamları aslında bir geleneğe güvenerek bu sürecin destekçileri olmuşlardır. Hiçbirisi, bu geleneğin bin yıl süreceğini dile getirmese de bin yıl süreceğine içten içe o kadar inanmışlardı ki, açıkça söyleme ihtiyacı bile duymamışlardı.

Müdahale süreçleri tartışmalarının genellikle şöyle bir söylem etrafında sürdürüldüğü görülür. \"Kimse bilerek, kasıtlı olarak darbe yapmak istemez ama ülkede öyle şartlar ortaya çıkmıştır ki, askerler müdahale ya da darbeye mecbur kalmışlardır.\" Bu söyleme göre, darbe ya da müdahale yapmanın zorunlu ve gerekli olduğu haller bulunmaktadır, o zaman iş \"eh adamlar ne yapsınlar, mecbur kalmışlar\" deme noktasına gelmektedir.

Normalleşmeye doğru

Önce bu mantığı, daha doğrusu bu mantığın dayandığı zihin dünyasının nerelerden beslendiğini anlamak gerekir. Bu düşünce biçimi, askerlerin ve ordunun zihinsel olarak politik bir rolü olduğunu kabul etmektedir. Bu politik rol açıkça işaret etmektedir ki, Türkiye\'nin siyasal düzeninde normal olmayan bir şeyler bulunmaktadır.

Türkiye\'nin politik realitesi
bütünüyle devlet içerisindeki organizasyonun ordu merkezli bir yapıda kurulmuş olmasına dayanmaktadır. Dolayısıyla bütün kurumsal ilişkiler, bu merkezin düzenleyici konumunu ve buradan doğan bir iktidarı işin başından kabul etmiş ve içselleştirmiş durumdadırlar. Böyle bir ortamda devlet bütünüyle militarist kurumlaşma ilişkilerine sahipken, sivil alanın kendisini farklılaştırması nasıl mümkün olacaktır? Cevap, sivil toplumun niteliğine ve tarihine bağlı olarak verilebilir. Eğer böyle bir varlık alanı gelişmemişse, sivil unsurların devlet içindeki bu yapılanmayı kabullenmesi, yani militarist ilişkiler tarafından tanzim edilmiş yapıyı normal biçimde görmesi ve sanki başka tür bir ilişkinin mümkün olamayacağını kabul etmesi bir çaresizlik halidir.
Türkiye\'deki bütün darbe ve müdahalelerin esas dinamiği, demokratik ve sivil değerlere geçit vermeyen bir siyaset biçimini devlet üzerinden topluma kabul ettirerek, bunun normal bir model haline getirilmiş olması ile toplumsal ve ekonomik değişim süreçleri ve uluslararası ilişkilerdeki gelişmelerin bu modelle çelişkiye düştüğü anda ortaya çıkmaktadır.

Gericiliğin kaderi

Türkiye\'nin yıllarca normal kabul edilen siyasal düzeninin devlet içindeki örgütlenme modelinin normal dışı olan yapısını değiştiren süreçler, bir normalleşme etkisi yarattığı anda müdahale ve darbeler gündeme gelmektedir.
Türkiye\'nin anlı şanlı gazetecilerinin, sözde aydınlarının, yazarlarının, büyük kapitalist örgütlerinin bu anormal yapılanmayı önce benimseyip, sonra onunla derin ilişkiler kurarak, özdeşleşerek savunmaya geçmeleri, aynı hizaya gelmeleri şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, konumlarına bakmadan kendi durumlarını özgür gazetecilik, cumhuriyeti savunmak, laik demokratik düzenin taraftarı olmak, çağdaş Batılı değerlerden yana tavır almak diye takdim etmeye çalışmalarıdır.

Tarihsel olarak bütünüyle geri bir pozisyonu bu tür kavramlarla yan yana getirmek, elbette ki gerici pozisyonlarını değiştirmeye yetmeyecektir. Şimdi tek sesli medyanın yerini bir çoğulculuğun alması tabii ki pişmanlıkların, itirafların, mazeretlerin ön plana çıkmasına yol açıyor.