Bu mesele beş yıl önce epeyce tartışılmıştı.

O zaman Türkiye'deki ulusalcı akımla, milliyetçi düşünce arasında bulunan temel farkları belirtip, ulusalcılığın geleneksel milliyetçilik anlayışına karşı olduğunu söyleyince, konuyu anlayanların yanı sıra, hiçbir şey anlamayanların da "saldırılarıyla" katıldığı ilginç bir 'tartışma' yaşanmıştı. Siyaset bilimci Dr. Murat Yılmaz'ın bu konuya yaptığı katkıyı unutmamak lazım.

Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun geçtiğimiz günlerde, "Ulusalcılıkla hesaplaşma zamanı geldi" diye başlayan değerlendirmelerinin, konunun medyada yeniden konuşulmasına, yazılıp çizilmesine yol açtığı görülmektedir. Hatta, önemli gazeteci-yazar taifesi içinde meseleyi ilk defa duyuyormuş gibi, sözlüklere müracaat edip, milliyetçilik ve ulusalcılığın kelime anlamlarından kalkarak meseleyi anlamaya çalışanlar dahi oldu.

Millete rağmen

Bu ülkenin geleneğindeki milliyetçilik, onun tarihi kaynakları, düşünce adamları dururken, kendilerine ulusalcı diyen bir grup, bir çeşit "devletçi-militarizm" çizgisindeki düşüncelerini, yarı sosyalizan kavramlarla düzenleyip, ulusalcı diye ortaya çıkmıştır.

Neden böyle bir fikri Mısır, Irak, Suriye benzerinde olduğu gibi "Baasçılık" türünden açıkça ortaya koymadıkları, neden bunu "Kemalizm" diye yorumlamakla yetinmedikleri, neden ulusçuluk veya ulusalcılık gibi kavramlaşmaya gittikleri anlaşılmaya çalışılırsa, durum sözlüklere müracaat etmeden açıklanabilir. Nitekim basında bu konuyu yazanlar arasında, meseleyi açıkça ortaya koyanlar da oldu. Sabah gazetesindeki yazısında Hasan Celal Bey'in yazdıkları bu niteliktedir.

Sanırım meseleyi anlamayan veya anlamak istemeyenlerin davranışlarının tamamı da doğrudan doğruya işin mahiyetiyle ilgili bir sebepten kaynaklanmaktadır. Yani, esas sebep ideolojiktir ve kendi ideolojik yaklaşımları, milliyetçiliğin tarihsel-toplumsal çerçevesine karşı, ulusalcılığın çerçevesinde yer almaktadır.

Türkiye'deki ulusalcılığın karakteristik özelliklerini birkaç noktada toplamak mümkündür.
Bir; ulusalcılık tarihsel olarak Selçuklu-Osmanlı birikimini reddeden, o mirası ümmetçi-şeriatçı monarşi veya ümmetçi-feodal diye eleştiren bir tarih anlayışına sahiptir.

Yapay ideoloji

İki; ulusalcılığın tarih anlayışı, yine tarihen en fazla imparatorluktaki yenilenme hareketlerine, elbette ki o dönemdeki jakoben-devletçi Batıcılığa kadar uzanmaktadır. Tarihin esas başladığı yer ise, "cumhuriyet aydınlanması"dır. Bu da olsa olsa, "tek parti yönetiminin kurulması"yla başlatılabilir.

Üç; bu anlayışa göre: Halk cahildir ve Selçuklu-Osmanlı tarihsel geleneğinin oluşturduğu hayat tarzından ve özellikle dini inançlarından dolayı, güvenilmez bir topluluktur. Yani, yönetilmesine ve düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, bu halkı demokrasiyle yönetmek, böyle bir halka yetki vermek olur ki, bu karşı devrime yol açar. Nitekim 1950 Demokrat Parti olayı bunun açık örneğidir.

Bu düşünce mantığının, milleti reddetmesi, milliyetçiliği reddetmesi anlaşılabilir bir şeydir. Milletin bir ırk topluluğu olmadığını, imparatorluğun tarihi yapısı içerisinde ortaya çıkan tarihsel bir olgu olduğunu, geleneğin ürettiği belli bir hayat tarzına sahip halkın, ortak bir kültür ve dünya görüşünü paylaşarak oluştuğunu, ulusalcılara anlatmak kolay değildir.

Kısaca ulusalcılık; milleti tarihsel özne olarak görmeyen asker, bürokrat, aydın despotizmine dayanan, antidemokratik bir yönetim modelini uygulamaya çalışan, halka rağmen kurulmuş bir iktidar yapısını, Batılılaşma adı altındaki uygulamalarla tarihsel olarak bir halkı millet yapan, medeniyet birikiminden uzaklaştırma modeliyle milliyetçiliğin karşısında bir yerde durmaktadır.


(Bugün gazetesinden alınmıştır)