Her Mayıs, 12 Mart döneminde idam edilen, çatışmalarda öldürülen "solcu gençler" gündeme getirilerek bir çeşit kahramanlık kültü oluşturulmak istenir.
İşin acı tarafı, gencecik insanların canlarından olmasında önemli rolü bulunan medya kanadının, bu işte de başrolde olmasıdır.
1968'de başlayan süreç 70'lerde, aslında bütün NATO ülkelerinde örgütlenmiş bulunan, ünlü ismiyle "Gladyo" bizde ise "Ergenekon" adı altında kamufle edilmeye çalışılan yapının kontrolünde gelişmiştir.
Batı, bu dönemde Soğuk Savaş'ın cephe ülkesi olan Türkiye'ye nefes alacak bir aralık dahi bırakmamıştır. Batı sisteminin Türkiye'yi ileri karakol olarak gören yaklaşımının esas endişesi, ülkenin Sovyet kontrolüne girmesinden çok kendi başına ayakta durabilecek bir imkân bularak bütünüyle kontrolden çıkmasıdır.
Kışkırtıcıların sorumluluğu
Batılı siyaset bilimcilerin (birçoğunun gizli servislerle ilişkilerini duymayan kalmamıştır) çalışmalarında sözbirliği edilmişçesine, Türkiye'de antidemokratik usullerle yapılan değişmeler övülmüş ve neredeyse bu baskıcı rejim, Batılı olmayan toplumlar için bir "modernleşme modeli" olarak sunulmuştur.
Batı sistemi açısından, Türkiye'deki siyasal sistemin bağımlılık ilişkileri ve kontrolü esas olduğundan, siyaset kurumunun toplumu dışlayarak merkezileşmiş bir devlet yönetiminde, ordu ve bürokrasinin vesayetinde sürdürülmesi öngörülmüştür. 1950'den sonra demokrasiye doğru atılan adımların ancak bu vesayet düzenini bozmayacak şekilde işlemesine göz yumulmuştur.
Tablo doğru okununca, Türkiye'nin demokratikleşmesinin Soğuk Savaş sürecinde sınırları bellidir; halkın devletin Batı'yla kurduğu bağımlılık ilişkilerini bozması anlamına gelecek olan hiçbir girişimine yani demokrasi yoluyla güçlenmesine fırsat verilmemelidir.
Başta 27 Mayıs olmak üzere, bütün darbelerin bu militer karakterli bürokratik tahakküm sisteminin tahkim edilmesine yönelik düzenlemeler olduğu açıktır. Türkiye'de "sol-sağ çatışması" adıyla yürütülen operasyon değerlendirilirken Batı sistemiyle bağlantıları mutlaka dikkate alınmalıdır.
Medyada yer alan malum anlayıştaki bazı kimselerin, geçmişte kışkırtıp yasa dışı silahlı örgütler kurarak suç işlemelerine alkış tuttukları gençleri, bugünlerde aynı zihniyetle bir şehir efsanesi olarak sunmaya çalışmaları, "silahlı propaganda", "halk savaşı", "bağımsızlık mücadelesi" veren "sosyalist gençler" diye takdim etmeleri, günümüz gençliğine de bunları rol model olarak sunmaları nasıl "bir ahlak anlayışı"dır?
Gençler niye öldü?
Toplumsal ve ekonomik şartlar itibariyle geri bir tarım ülkesinin, sanayileşme ve kalkınma çalışmalarını demokratikleşme mücadelesiyle birlikte yürütmeye çalışan bir halkın, bürokratik tahakküm geleneğini sürdürmek isteyen muhteris sözde aydınları, bürokratları ve cuntacı askerleri "devrim" adı altında darbelere zemin hazırlayacak oluşumlarla, bu gençleri kurban olarak seçmişlerdir.
Sosyalizmin S'sinin dahi şartlarının olmadığı bir ülkede, başlarında "devrimci" ya da "sosyalist" sıfat bulunan paravan örgütlerin, "Ergenekon" bağlantısı içerisinde gençlerle buluşturulması, anlatılan şehir efsanelerinde ne kadar gizlense de, gerçek ortadadır.
İdam edilen, kurşunlanan gençler aslında Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen bir operasyonun, bir askeri darbenin şartlarını oluşturmanın kurbanlarıdır.
Bugün demokrasiyi, özgürlükleri birey ve toplum bağlamında gençlere sunmayan, pay sahibi oldukları o acılardan, dökülen kanlardan efsaneler yaratmaya çalışan gazeteci, yazar ve diğerleri tarihe karşı sorumludurlar.
(Bugün gazetesinden alınmıştır)