Türkiye'de yaşanan, bir kafa karışıklığı mıdır, vicdan kararması mıdır, yoksa kavram kargaşası mıdır?
Belki de bunların hepsi bir arada yaşanmaktadır. Bunun için bütünüyle kavramları, ilişkileri yeniden tanımlamak, ele almak gerekmektedir.
Son yıllarda bir grup ulusalcı bütün ümitlerini, ekonomide yaşanmasını bekledikleri büyük bir krize bağlamışlardır. Bu nasıl bir ulusalcılık anlayışıdır, nasıl bir yurtseverliktir, daha da ilginci nasıl bir ekonomik mantıktır?
2008'de başlayan dünya krizinden oldukça ümitli olan bu kesimin, ilk tepkileri dünyada yaşanan ekonomik bunalımın Türkiye'yi cepheden vuracağı tahminine dayanmaktaydı. Böylece ekonomide başlayan kriz, toplumsal hayata sirayet edecek, oradan da siyasi bir krize dönüşecekti ki, o zaman iktidar çaresiz kalıp çözülecek, dağılıp yıkılacaktı.
Ekonomi ulusalcılara karşı
Ulusalcı taifenin politik olarak hedef seçtikleri iktidara karşı, siyaset üretme yerine, bütünüyle gözlerini, gönüllerini ABD ve AB üzerinden gelen krizin yıkıcı tesirlerine bağlamaları ayrı bir problem, bunun ülkeye vereceği zararı bir tarafa bırakarak, umursamayarak AK Parti hükümetinden kurtulmak için yegâne bir çıkar olarak görmeleri apayrı bir problemdir. Bu anlayış 'memleket batarsa batsın, ülke ekonomisi çökerse çöksün yeter ki siyaseten bir çıkar elde edilsin' mantığına dayanmaktadır.
2008-2009 yıllarında Batı'dan gelen kriz dalgasından, Türkiye'nin en az etkilenen ve en hızlı çıkan ülkelerden biri olması, anlaşılan odur ki, ulusalcı cephede iyi karşılanmadığı gibi bir hayal kırıklığına da sebep olmuştur. Son zamanlarda, bilhassa Avrupa'da her geçen gün arka arkaya batan, iflas ettiği açıklanan ülkelerin varlığı bu çerçevede ulusalcı takımın yeniden heveslenmesine yol açmıştır.
Bilhassa, Avrupa'nın Türk ihraç ürünlerine yönelik talebindeki düşüşün daha da devam edeceği, derinleşeceği yolundaki tahminler, cari açık sorunu, üretimde daralma ve işsizlik gibi parametreler üzerinden yapılan spekülasyonlar, bu çevrelerde yeni bir heyecan yaratmışa benzemektedir.
Ne var ki, Avrupa'da yaşanan ve derinleşen krize rağmen, Türkiye ekonomisiyle ilgili olumsuz beklentileri tatmin edecek bir tablo ortaya çıkmamıştır. Öncelikle ekonomideki büyümenin yıl sonu itibariyle, %4 civarında gerçekleşeceğinin tahmin edilmesi, büyümeyi finanse eden kaynakların rasyonel bir çizgide seyretmesi oldukça önemlidir.
Ufukta kriz yok
Bu süreçte cari açığın düşme eğilimi devam etmektedir. 2011'in ilk altı aylık döneminde, cari açık 45 milyar dolar civarındayken, bu rakamın 2012'nin aynı döneminde 31 milyar dolara gerilemesi ciddi bir gelişmedir.
Halihazırda döviz rezervinin 90 milyar dolar civarında olduğu, Türkiye'ye yılın ilk altı ayında giren doğrudan yabancı sermaye yatırımının 8.2 milyar dolara ulaştığı dikkate alındığı zaman, ekonomideki büyümenin her şeye rağmen istikrar içinde gerçekleştiği anlaşılacaktır. Bu büyüme sürecinde net ihracatın payının artması ise pozitif bir gelişmedir.
Ekonomide yaşanabilecek olumsuzluklara odaklanmış olanları, en çok rahatsız edecek gelişmelerden biri de işsizlik rakamlarıyla ilgili verilerdir. 2012'nin Mayıs ayı verileri, istihdamda artışla birlikte işsizlik oranında 2005'ten bu tarafa en düşük seviyeye ulaşıldığını göstermektedir. 2012 Nisan ayındaki işsizlik oranı %9 iken mayısta bu oran %8.2'ye gerilemiş bulunmaktadır.
Türkiye ekonomisinin dünyada yaşanan olumsuzluklara rağmen yaşadığı olumlu gelişmeleri doğru anlamak gerekir. Ekonominin dinamizmi toplumsal yapıda meydana gelen değişmeler ve küresel sürecin bu değişmelerle kurduğu ilişkiler üzerinden yükselmektedir. Temeldeki bu yapıyı yönetmede bir yanlışlık yapılmadığı sürece ulusalcıların hevesleri boşa çıkacaktır. Okuyucularımın Ramazan Bayramı'nı tebrik ediyorum.
(Bugün gazetesinden alınmıştır)