Hüzünlerin buluştuğu mevsimlerde, yıkılan gururlar kadar acımasızlığa da yelken açar umutlar. Harabeye dönüşen “biz”lerin, çok uzaklarında pembe güller beliriverir hayat vadeden. Gözleri, ışıltısıyla büyüleyen bir edayla yaklaşıp, tam da kalbinden vurur en dürüst ve samimi “ben”leri. Alır götürür bambaşka bir diyara ve rüya içinde görülen ama uyanması mümkün olmayan gerçek bir hayata açar kapılarını. Mutluluğa engel olan tüm kilitleri, engin okyanuslara fırlatarak…
Geride, harabelerin içinde, kıpırdayamadan öylece duran sahte yürekler kalır. Onların hiçbir çıkış yolu yoktur ve sadece hayıflanmakla yetinirler ellerinden kaçırdıkları nimetler için.
Huzur, güven ve sevgi veren her ne varsa hayata dair, sadece bakakalırlar arkasından. Ne bir adım atacak mecalleri, ne de umutları kalır gönül heybelerinde. Ektikleri ne ise, onu biçerler aslında ve attıkları son pişmanlık çığlıkları ses tellerine bile ulaşamadan, yutkunup kalırlar oldukları yerde.
Artık bundan sonra, hiçbir çıkış yolu olmaz onlar için ve tekerrür edecek tarihlere karışırlar en karanlık sahnelerde.
Hep o çok uzaktan gördükleri ama asla ulaşamayacakları, dürüst ve samimi “ben”lere takılıp kalır gözleri.
Hayat, ona karşı dürüst olunduğu kadar dürüst olur insana. Arayışların samimiyetince tebessüm eder sevgiyle ve kırık kalpleri onarır en güzel şekilde.
Tüm yanlışlar birleşip de, bir doğruya savaş açsalar bile, bükemezler tek bir bileğini yinede. Her defasında yeniden doğrulan ve daha fazla güçlenen dimdik bir yürek, umuduna umut katan yıkılmaz bir “ben” bulurlar karşılarında.
O zaman, hafızalardan bile silindiklerini anlasalar da, arkalarını dönüp gidecek kadar bir gurura bile sahip olamazlar.
İşte, onların hazin sonu; Kendi varlıkları içinde bile, hep yokluk olarak kalmak…