Kendi kabuğuna çekilip izlemeli insan bazen, en çok da kendini izlemeli uzaklardan.
Olabildiğince uzaklardan...
Baktıklarımızı değil belki ama uzaklardan izlediklerimizi daha net görürüz çoğu zaman. Bulutların içindeyken sadece bir sis görünür göze ama yeryüzünden baktığımızda muhteşem bir sanat eseri olduğu...
Ya da yeryüzündeyken olabildiğince göremediğimiz yerleri, gökyüzünden bakınca bütün muhteşemliğiyle görürüz.
Bazen uzaktan izlemeli insan, en çok da kendini.
Bütün derinliklerine dalmalı ruhunun, kalbinin sesini dinlemeli ve anlamalı. Bütün sorunlar insanın önce kendini anlayamamasından kaynaklı değil midir zaten. Farkında olmasak da, çoğu zaman öyledir aslında. Hep başkalarını anlamaya çalıştık bu hayatta, sonra birilerinin de bizi anlamasını bekledik ama hiçbirimiz önce kendimizi anlamaya, kendimizi görmeye çalışmadık. Hep başkalarını sevdik, başkalarından da bizi sevmesini bekledik. Sonra en çok üzülen yine biz olduk.
Şöyle bir kenara bırakın kendinizi. Uzaklaşın olabildiğince ‘ben’lerinizden. Şu ana kadar yaptıklarınızı ve yapamadıklarınızı, doğrularınızı ve yanlışlarınızı uzaktan izleyin bir filmi izler gibi... İnanın uzaktan izlediğinizde çok farklı göreceksiniz kendinizi, hiç görmediğiniz yerlerden hem de.
Sonra tutun elinizden ve anlatın gördüklerinizi kendinize.
Öyle ya da böyle; beklentilerle, bekleyişlerle geçen bir ömür kaldı elimizde.
Evet, ‘geçen’ bir ömür.
Her şeyin geçtiği gibi ömür de geçip gidiyor,
aşklar da,
sevgiler de,
dostluklar da,
insanlık da...
Öyle bir zamanda yaşıyoruz işte.
Ve bu zamanı, biz kendi ellerimizle inşaa ediyoruz.