21. yüzyıla Soğuk Savaşı bitirmiş ve ideolojik duvarları yıkmış olarak giren yaşlı dünyamızın kısa sürede yeniden böylesi bir kutuplaşma ortamına gireceği kimsenin beklediği bir şey değildi. Giderek daha da entegre hale gelen ve büyüyen kapitalist pazar, karşılıklı bağımlılığı kopmaz bir ilişkiler ağına dönüştüren küresel enerji sistemi ile organik bir bütüne dönüşmüştü. Diğer yandan neredeyse tüm merkez dünyada ortak bir kabulle idealize edilen demokratikleşme süreci birçok analiste göre eski defterleri bir daha açılmamacasına kapatmıştı. Dünya, artık parçalı olarak yapılansa bile bu Merkez'in kendi içerisinde parçalanması üzerinden değil, Merkez ve ötekiler çerçevesinde şekillenmeliydi. Beklenti oydu ve uygarlıklar çatışması modeli bu paradigmanın bir yansımasıydı.
Milenyuma girilirken NATO, Barış İçin Ortaklık projesi çerçevesinde Rusya'ya kadar uzanıyor, petrol ve doğal gaz hatları ortak konsorsiyumlar tarafından oluşturuluyor, dünya üzerindeki devlet mekanizmaları devlet olmayan küresel aktörlere karşı (şirketler, bankalar, terörist gruplar, yasadışı suç örgütleri, bazı STK'lar vs.) büyük çapta bir mücadelenin müttefikleri haline geliyordu. Nitekim 11 Eylül sonrasında dünya devlerini aynı eksene oturtan tehdit hayata geçiyor ve küresel terör, büyük bir ittifak alanı yaratıyordu.
1815'te başlayan ve 100 yıl süren 'Avrupa Uyumu' sistemini yaratan ve Avrupa'nın krallarını müttefik hale getiren ortak tehdit algısı, 200 yıl sonra yeniden doğmuştu. ABD'den Rusya'ya, Çin'den AB ülkelerine kadar hepsi küresel İslami terör tehdidine, ya da El Kaide efsanesine karşı bir arada yürümek zorundaydı. 'Küresel Uyum dönemi başlamıştı.' Tehdit öylesine güçlüydü ki, devlerin savunma harcamaları katlanarak büyüyor, küresel askeri endüstriyel kompleks yıllar süren açlığını bastırabilecek kan dolu sofralara oturabilme fırsatını yeniden yakalıyordu. Afganistan ve ardından Irak müdahaleleri dünya üzerinde askeri ve sivil olarak ayrışan ekonomik dengeleri yeniden yapılandırmıştı. Soğuk savaş bitmiş, terörizme karşı yeni savaşlar başlamıştı.
2000'li yıllara girerken İslam, artık dünya siyasetinin yeni mezesi haline gelmişti. Terörist mi barışçıl mı; modernizme düşman mı değil mi; küresel sistemin bir parçası mı dışında mı; dost mu düşman mı tartışmaları arasında Müslümanlar dünya kamuoyunun gözünde yeni bir forma sürükleniyordu. Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi, ABD'nin resmi dış politika doktrini olarak İslam coğrafyasının yeniden yapılandırılması ihtiyacını gözler önüne seriyordu. Avrupa ülkeleri bir yandan kendi içinde barındırdığı Müslümanları nasıl uyumlu hale getiririm derdine düşmüş, bir yandan da Ortadoğu'ya olan enerji bağımlılığını aşmanın yollarını aramaya başlamıştı. Rusya'nın tavrı Putin/Medvedev doktrini çerçevesinde kendi arka bahçesindeki Müslüman topluluklar üzerindeki egemenliğini pekiştirmek yönünde gelişti. Ruslar Ortadoğu ve Kuzey Afrika konusunda çok net söylemler kullanmamakla birlikte, ulusal çıkarları açısından bazı ayrıcalıklı ülkeler konusunda duyarlılıkları olduğunun altını çizmekten de geri durmadılar. Çin ise sıkı ekonomik ilişkiler yoluyla Ortadoğu'ya uzanırken, İran ve Afrika Müslümanları üzerinden oyun kartlarını biriktirmeye başladı.
Bugün geldiğimiz nokta Suriye üzerine kilitlenmiş gibi görünmekle birlikte küresel mücadelenin yeni bir fazına işaret ediyor. Devlet mekanizmalarının küresel aktörlerle olan savaşı sona erdi. 11 Eylül'ün ardından gelişen ve küresel ekonomik krizle gelişen süreç tamamlandı. Bu, yaklaşık 30 yıl süren 'Küresel Uyum' döneminin de bitişi anlamına geliyor ve bu yeni dönemin cephesi de İslam coğrafyası.
İslam coğrafyası önümüzdeki dönemde kimi yerlerde mezhepsel çatışma, kimi yerlerde laik-dinci ekseninde kırılacak. Bazı bölgelerde demokratikleşme savaşları, bazı yerlerde ise güvenlik/terör ekseninde mücadeleler siyasi gündemi şekillendirecek. Askeri endüstriyel kompleks kan ihtiyacını karşılayana kadar bölge şu veya bu nedenle kesilecek, kırılacak, yarılacak. Türkiye çok kırılgan bir döneme giriyor.
Dünyadaki sorunları sadece Suriye'den ibaret görmek büyük bir hata olur. İç siyasi dengelerimiz de en az dış politikamız kadar önemli. Hepimiz için bir var olma mücadelesi haline gelecek bu yeni dönemde etnik, mezhepsel ya da yaşam tarzları ayrımları üzerinden gelişecek her türlü çatışmayı küresel mücadelenin bir parçası olarak ele almakta fayda var.
(Akşam gazetesinden alınmıştır)