Kendimi bildim bileli, yaklaşık elli yıldan beri  yılbaşı muhasebelerine” tanık oluyorum…

Ve bu hesap kesimlerinin hiçbirinde geçmiş yılı hayırla yâd eden çok insana rastlamadım…

Bizim ülkemizde mi durum böyle, yoksa başka yerlerde de aynı mı bilemiyorum…

Elbette yeni yıla daha iyi temennilerle girmek önemli…

Kazandığımızdan daha fazlası, bulduğumuzdan daha güzeli de nasip olsun herkese…

Ama dozunda… Ama ihtiyaç ölçüsünde!...

Şu basit tabiat kanununu hala sindiremedik:

-          Her şeyin fazlası zarar!...

Kapitalist düzen, “her yol Roma’ya çıkar” misali, her kapıyı parayla açıyor… Ya da bu yönde algı yaratarak öyle olmasını istiyor…

Hep tartışıyoruz, para mutluluk getirir mi diye…

Tartışma hala devam ettiğine göre demek ki getirmiyor!...

Bu düzenin sarsılmaz zannedilen gücü, yıkılmaz zannedilen duvarları elbette bir gün yıkılacak…

Tarihin derinlikleri, kendisini öyle gören nice kral cesetleriyle dolu!...

İnsan eliyle yaratılan her şey, insan eliyle değiştirilebilir…

Bunun için yapılması gereken şey; direniş ve değişimi tetikleyecek olan sanat gücünün her zaman dinç kalmasına izin vermektir!...

Zor zamanlar yaşadık, yaşıyoruz… Daha zor zamanlar da kapımızda!...

Yaşadığımız hayata dair başka bir gelecek düşleyebilmek, korkularla kuşatılmış toplumumuzu ve onun teknolojik bağımlılığını aşabilmek, mevcudun dışında başka bir varoluş biçimi hayal edebilmek; sanatın ve sanatçıların önümüze açacağı kapılarla ve onların ürettiği eserlerle mümkün ancak…

Araştırmadan, soruşturmadan, eleştirip sorgulamadan yaşamaya çalışmak; hiç kendimizi kandırmayalım “yalan” bir hayattır, “uyduruk” bir hayattır!...

Anton Çehov’un güzel bir cümlesine rast geldim…”Aklı olan öğrenmeyi seviyor, aptallar ise öğretmeyi!...” diyor yazar…

İnsanın dünyadaki en önemli misyonu, yaşadığı hayatı anlamlandırabilmesidir sadece…

Yüce Allah da bunu istiyor zaten; tek şartı da özgür bir irade ile yapılması!...

Hiçbir şey, hiçbir zaman mükemmel olmaz… Hayatın ez az bir yanı hepimiz için mutlaka eksiktir…

Atalar “ömür törpüsü” tabirini kullanır… Çünkü ömür; acı, sıkıntı, belirsizlik ve mücadele ile geçer çoğunlukla!...  Aksini sadece hayal edip, umutla bekleriz…

Neticede bu yaşadıklarımızın hepsi törpüler bizi… Ve iyice inceltip toz zerreciklerine dönüştürür!...

Yaşam döngüsü böyle geçer genellikle… İstisnaları olabilir tabi…

Psikanaliz uzmanları, mutluluğu varacağınız tepede değil, yaptığınız yolculukta arayın derler…

Çok şey hayal edip pek azına sahip olmak; daha başka bir yerde daha iyi bir hayatın olacağını düşünmek yoruyor ve tüketiyor bizi…

Bugünkü huzursuzluğumuzun sebeplerinden bir tanesi de bu bana göre!...

Daha iyi bir hayat başka bir yerde saklı değil… Hemen önümüzde…

Yerde hareketsiz yatan birinin yaşayıp yaşamadığını, onu mıncıklayıp acıtarak anlamaya çalışmıyor muyuz?

Biraz “arabesk” olacak ama;  hayat acılarla birlikte sürüp gidiyor hep…

Schopenhauer; “Büyük beyinler eğer mutluluk peşinde koşsaydı, insanlık olarak hiçbir ilerleme sağlayamazdık. Bütün icatlar bu adamların mutlu olmayı değil, eziyet görmeyi tercih etmelerinin bir sonucu” diyor…

Çocuklarımızı geleceğe yanlış hazırlıyoruz…

Bundan dolayı kendini ifade edemeyen, kriz çözemeyen, analitik düşünemeyen kitleler oluşuyor etrafta…

Onlara sadece bir meslek öğretmekle yetiniyoruz… O mesleğin dışında bir uğraşı olmayan, “hobisi” bulunmayan, farklı bir konuyla ilgilenmeyen çocuk yaşadığı topluma ne sunabilir, yaşadığı hayattan nasıl haz alabilir?

Sanatçı yetiştiren bahçelerimiz bomboş şimdi!...

Onların boşluğunu “şaklaban” takımıyla doldurmaya çalışıyoruz, ne garip!...

Çocukları bir araya toplayıp, tüm oyuncakları içinden yalnızca birine verirseniz ne olur?...

Huzur paylaşmakla mümkün… Sevgi ve keyif de öyle…

Eksikliğini duyduğumuz her şeyi tamamlamamız gerekmiyor… Esasında insanın buna gücüde yetmez…

Var olanı bölüşmek, bir çok sorunumuzu çözüyor!...

Niye bu durumu sürekli pas geçiyoruz, anlamıyorum…

Felsefecilerden duyduğum şu laf, tam yerine rasgeldi:

-          Derisini değiştirmeyen yılan ve düşüncesini değiştirmeyen insan ölmeye mahkumdur!...

Aptallar gibi hep aynı taşa takılıp düşmek neyin nesi?

Nietzsche, düşünce dünyasını  doğrular ve yanlışlar yoktur, sadece yorumlar vardır” diye özetlemiş…

Ne kadar da haklı…

Yalnızca bir şeye sarılmak, sadece bir şeyin peşinden gitmek ya da herhangi bir metaya kendini mahkum etmek!... Bana da hiç doğru gelmiyor…

Salt bir gücün esiri olup, hayatı onun uğrunda bozuk para gibi harcayarak nereye varılabilir?

Beşeri gücün hepsi sahtedir… Sel bile olsa denizde biter!...

Aldanmayıp özüne dönmeli insan…

Bir muhasebeci misali, durumunu her yılsonunda kontrol etmeli…

Kaybettiği zamana karşı elinde ne kalmış görebilmeli…

Tüm dostlarıma ve okuyucularıma nice güzel ve keyifli seneler diliyorum…