Yıl 1930…
Atatürk döneminin Adalet ve Ekonomi Bakanı, hatta soyadını da ondan alacak kadar Atatürk’ün yakın arkadaşı olan Mahmut Esat Bozkurt, bir gazeteye yazdığı köşe yazısında aynen şunları söylemiş:
- Bizim yakalarına yapışmak istediğimiz hırsızlar; millet, devlet, hükümet nüfuzunu kullanarak yerli yabancı tüm teşebbüs erbabının önlerini kesenler… Devletin, milletin şerefini utanmadan, korkmadan pazara çıkaranlar….
- Bunlar o kadar korkusuzlar ki hükumetle alay ediyorlar… . Kanunların hükümlerine pervasızca gülüyorlar… Kendilerini öne sürdürmeden kimseye iş yaptırmıyorlar… Hükümetle doğrudan doğruya temasa geçenlerin işlerini çıkmaza sokmak için bin bir entrika çeviriyorlar…
- Akla hayale sığmayan dolaplar kuruyorlar…. Hükümetin şerefini para gibi kullanmak istiyorlar…
- Memleketin çekmekte olduğu ıstırabı istismar ederek kamuoyunu yanıltıyorlar… O kadar küstahlar ki, hükümeti teslim almak istiyorlar!...
- Bir taraftan Türklüğü hakir görüp, diğer taraftan Türkün bütün haklarından yararlanmak isteyen bu maskaralar, ancak iş sorumluluk üstlenmeye geldi mi kaçıyorlar… Bütün bu yaptıklarını da bir ecnebi ile yan yana geldiklerinde kahkahalarla alay ederek anlatıyorlar!...
- Milli ekonominin baş düşmanı olan bu soyguncular, yerli ve milli girişimleri akamete uğratmak için ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar!...
- Bunlar hırsızlık yapamayınca memleketi velveleye verirler… Milletin hayrına yapılan her işi düşürmeye çalışırlar…
- Bir hükümet bunların hoşuna gidebilmek için mutlaka ceplerini milletin zararına doldurmak mecburiyetindedir… Yoksa, çete halinde hemen faaliyete geçerler… İçerdeki ve dışardaki yabancı düşmanların mali kurumlarından yardım görürler… Bu yardımı çete efradına dağıtırlar…
- Başım belaya girmesin diye devlete iş yapanlar bunlara daima pay vermek zorunda kalır… Bu paylar hep milletin kesesinden çıkar… Böylece üç kuruşluk iş yüz kuruşa mal olur!...
- Bunların hamisi ecnebilere de uzaktan bakarak gülmek ve şerefimizle oynamak düşer!...
…
Baksanıza; bundan bir asır önce de meğer aynı şeylerle mücadele ediyormuşuz; haberimiz yokmuş!…
O günlerin sorunuyla bugünlerin sorunu neredeyse tıpatıp aynıymış!...
Ortada Atatürk gibi çok güçlü bir lider olmasına rağmen, hırsızların ve arsızların cesaretindeki şu azameti görüyor musunuz?...
Rahmetli dedem, “eşeği öyle yürekli bağırtan kıçıdır, kıçına güvenmese bağıramaz” derdi…
Ne kadar da haklıymış!...
Demek ki, canhıraş bir şekilde avazı çıktığı bağıran, ya da “bağırttırılan”, kendi meselesini sanki memleketin ve milletin meselesiymiş gibi kabul ettirmeye uğraşan densizler dün de güçlüymüş, bugün de…
Gündemi meşgul eden “terör” konusu mesela…
Nasıl oluyor da bu “terör”, bazen sizin için ciddi bir sorun olmaktan hemen çıkıveriyor?
Partiniz, cemiyetiniz, örgütünüz veyahut mideniz o anda durumu nasıl sindirebiliyor?
İşinize geldiği zaman “terör” çok önemli olacak; işinize gelmediğinde ise önemsiz!...
“Bölücülerin” sayısı fazla diye “bölücülük” meşrulaştırılabilir mi?...
Veya bir terörist “kravat taktı” diye ona sempati ile yaklaşılabilir mi?
Maalesef işin işine “çıkar” girdiği zaman her şey mümkün olabiliyor bu memlekette!..
O çıkar, ister siyasi olsun, ister ticari…
Bana göre “Esenyurt” mevzusu şudur…
Bu adamın terör örgütü ile iltisakı önceden biliniyordu…
Delil de vardı, tespit de…
Ancak, seçim arifesinde bir müdahale “oy kaybettirir” düşüncesiyle ertelendi…
Keşke hakkındaki işlem zamanında yapılsaydı…
Birçok meselede, bu “oy kaybettirir” şeklindeki endişeler, devletin bütün dengesini bozuyor…
Milletin kimyasını alt-üst ediyor!...
Son “EYT” yasası da bu düşüncenin ürünüdür…
Oy için çıkarılan o yasa, dar gelirli vatandaşların en az elli yıllık geleceğini tarumar etmiştir!...
Meselelere daima “partizan” gözlüklerle bakıyoruz…
Bir kitlenin çıkarına başka bir kitlenin istikbalini feda ediyoruz…
Partimize oy kaybettirecek diye, çoğu yanlışı görmezden geliyoruz…
Kitlemiz bölünecek diye, sağır ve dilsizi oynuyoruz…
Siyasi menfaat uğruna memleketin geleceğini ateşe atmaktan çekinmez hale geldik…
Nedir bu azgınlık Allah aşkına!...
Hep birlikte doğruya doğru, yanlışa yanlış desek ne kaybedeceğiz?
“Terörün” karşısında; demokrasinin, hukukun ve milli ekonominin ise daima yanında durmamız gerekmiyor mu?
Kişisel çıkarlarımıza göre yön değiştirmesek…Biz siyasetçiye göre değil, siyasetçi bize göre pozisyon alsa!...
Şimdi bu yazdıklarıma kimisi “iktidar yanlısı” yaftası vuracak, kimisi de “muhalif” damgası…
Ben olaylara “parti” ve “ideoloji” gözlükleriyle bakmıyorum artık…
İsteyen istediğini düşünsün; ama “kim memleketin hayrına çalışıyor”, “kim Milletin bütünlüğüne konuşuyor”, onu da görsün…