Her ne kadar “kafa kağıdımda” öyle yazmasa da, anacığım 19 Mayıs bayramında doğduğumu söyler…
Rahmetli babaannemin bayram törenini izlemek üzere Harşıt’a gittiğini; evde yalnız kaldığı bir sırada doğum sancısının başladığını anlatır…
19 Mayıs, benim için de özel bir gün … Ancak, bu yazıya koyduğum başlığın hikayesi ise çok başka!...
70’li ve 80’li yıllara kadar milli bayramlar daha bir coşku ve heyecan içinde kutlanırdı…
Hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun, halkın tamamı etkinliklere katılırdı… Bayramı kutlayanların dini, mezhebi, etnik geçmişi sorgulanmazdı…
Bir gün öncesinden tüm evlere ve işyerlerine içten gelen bir iştiyakla bayrak asılırdı…
Çocukların ve gençlerin telaşı ister istemez büyükleri de etkiler, kimse bayramlara kayıtsız kalamazdı…
Öğrencilerin o gün giyecekleri özel kıyafetlerin masrafı ne kadar ağır gelirse gelsin, sorun olmazdı.
Ebeveynler için o bütçeye katlanmak kutsal bir görev sayılırdı…
Ayrıca o yıllar, İstiklal Savaşı gazilerinden bir kısmının henüz hayatta olduğu yıllardı…
Tertip komitelerinin hazırladığı programlarda onlara yer verilir; kürsülerde günün anlam ve önemini belirten konuşma yapmaları sağlanırdı…
Başlarında kalpakları, göğüslerinde gururla taşıdıkları madalyaları ile kısa bir asker yürüyüşünün ardından ahaliyi selamlarlardı…
Harşıt kasabasında yapılan bayram törenlerinde de, hayattaki son gazilerden rahmetli Arif Ağa (Arif Ziya Ünlü) çağrılırdı kürsüye…
22 gün, 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesine katılmış, Atatürk ile “Büyük Taarruzda” tanışmış olan Arif Ağa’nın, 19 Mayıs Bayramlarında yaptığı tarihi konuşmaları unutmak mümkün değil…
Aslında çok iyi bir hatipti… Fakat mikrofonun önüne geldiğinde, karşısında onu dinlemek için saf saf sıra olmuş, gözünün tam içine bakan pırıl pırıl gençleri gördüğünde heyecanına yenik düşerdi…
Konuşmasının ilk cümlesinden sonra tıkanır, bir müddet sessizce beklerdi… Ağzından çıkan o ilk cümle şuydu:
- “Sevgili Gençler!... Şu 19 Mayıs var ya, şu 19 Mayıs… Çok önemli!...”
Biz çocuklar, bu cümleden sonra gelen o sessizlik anında, yaşı 80’nin üzerinde olan Arif Ağa’ya bakıp, durumu onun yaşlılığına yorumlayıp, kikirdeşirdik…
O günlerde onun bu halini anlayamamıştık… Birkaç yıl sonra, yaşımız kemale erip, bazı şeylerin farkına vardığımızda ise Gazi Arif Ağa dünyadan göçüp gitmişti…
Bu yanlış davranışımız için çocukluğumuz bir mazeret belki… Ama onu sağlığında anlayamamış olmanın acısını bugün bile ciğerlerimde hissederim…
Arif Ağa’nın torunları güzel bir iş yapmış; ev ortamındayken Kurtuluş Savaşını anlattığı sesini kayda almışlar…
Bu kayıtları dinlediğimde; “Şu 19 Mayıs var ya şu 19 Mayıs… Çok önemli” den sonra gelen o sessizlik anının şifresini geç de olsa çözmüş oldum…
Arif Ağa’nın anlattıklarından şu sonuçlar çıkıyor:
- İstiklal Savaşı yapmaya karar verildiğinde, mücadeleyi yürütecek genç ve sağlıklı asker bulmak o kadar zor ki!...
- Zira, uyku uyumadan, yemek yemeden, doğru dürüst su bile içmeden tam 22 gün 22 gece boyunca, kendinden iki kat güçlü düşman askeriyle meydan muharebesi yapıp, sonunda galip gelebilmek her yiğidin harcı değil…
- Düşmanın topuna ve tüfeğine karşı, öleceğini bile bile süngü gücüyle taarruza kalkışmaya yürek lazım… Fakat güçlü bedenlere sahip olmayan yürekler pek bir işe yaramıyor!…
Arif Ağa kürsüye çıktığında onu heyecanlandıran şey; sağlıklı, güçlü ve dipdiri bedenlerle karşısında parlayan o gençlerin muhteşem manzarasıydı…
Bu gençler Türkiye’nin geleceği, memleketin teminatıydı… Arif Ağa’nın ve silah arkadaşlarının endişelenecekleri bir şey yoktu artık… Yeteri kadar genç, emre amade şimdi!...
Hem zeki, hem çevik, hem de ahlaklı bir şekilde öğretmenleri tarafından donatılan bu delikanlılar, savaştıkları dönemde belki de en çok özlemini duydukları şeydi onların…
Bir şeyin kıymetini ona en çok ihtiyaç duyan bilir!...
1915’ten 1922’ye kadar öyle çok arandı ki o gençler!...
O gençlerin bulunamadığı yerde de, 15’lik çocuklara düştü savaşmak!...
1917’de Rus işgali sebebiyle Güce ilçesine göç ettiği esnada, yolda vefat eden babasını yıkayıp kefenleyecek, cenazesini kaldıracak numune bir genç bile bulunamadığını söyler Mehmet dedem…
Bu görevi yapmak üzere, askerlik yaptığı Van Başkale’den üç ayda yürüyerek Güce’ye geldiğini, definden sonra tekrar üç ay yürüyerek yeniden birliğine teslim olduğunu anlatır!..
Arif Ağa’nın “Şu 19 Mayıs var ya, şu 19 Mayıs… Çok önemli…” cümlesinin içi o kadar doluymuş ki meğer…
O cümlenin tahlilini yapmak, o cümlenin anlamını kavramak, o cümleden sonra yutkunup, birkaç saniye sessiz kalabilmek için arif olmak ya da Arif Ağa olmak gerekiyor…
Bilmem anlatabildim mi?