RUSYA’NIN BAKIŞ AÇISI VE İDDİALARI
Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna işgali öncesi ve sonrasında devamlı olarak Rusya’nın kandırıldığını, kendilerine ABD tarafından NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği sözü verildiğini, bunun tutulmadığını, NATO’nun yeni silahlarının Doğu Avrupa’ya yerleştirilmesinin Rusya için tehdit olacağını ve bunun kabul edilmeyeceğini devamlı olarak Batı’ya söylediklerini tekrarlamıştır. Ancak Putin demeçlerinde, defalarca Ukrayna’nın çok büyük bir hedefin sadece küçük bir parçası olduğunu da ifade etmiştir. Yani konu Ukrayna ile bitmeyecektir. Rusya, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden rahatsız olduğunu, hele Ukrayna’nın NATO üyeliğini kabul etmeyeceğini ve NATO’nun Avrupa’da, 1997 öncesi konumuna dönmesini ve Doğu Avrupa’ya konuşlandırdığı ağır silahları ve güçleri de buradan çekmesini istediğini defalarca ifade etmiştir. Gerçekte Rusya’nın Ukrayna işgali ile hedefi; sadece Ukrayna değil, bunun çok ötesinde Soğuk Savaş sonunda SSCB’nin kaybettiklerini, Rusya olarak geri alma hamlesiydi.
Putin ayrıca Batı’nın ve özellikle ABD’nin, bir türlü Rusya’nın bu endişelerine cevap vermediği ve bunları görmezden geldiğini ifade etmiştir. Buna göre de, ‘Putin, savunma güdüsüyle hareket ederek Ukrayna’yı işgal kararını vermiştir’ denmektedir. Ancak tüm bunlar hiçbir şekilde Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ve yok etmesini haklı göstermez.
BU YANILTMA MI YOKSA JEOPOLİTİK MÜCADELENİN SONUCU MU?
Acaba Batı gerçekten Rusya’ya sözler mi verdi de, sonra bunları tutmayarak Doğu Avrupa’yı içine alacak şekilde genişleyerek, Rusya’yı tehdit eder duruma geldi? Uluslararası ilişkilerde liderler, yapılan toplantılarda birbirlerine çok şeyler söyleyebilirler ancak bunlar yazılı belge haline gelmeden, anlaşma veya antlaşmalar şekline dönüştürülmeden bağlayıcılığı olmayan sözler olur. Yapılan yüzlerce toplantıda kişilerin söyledikleri veya bazen güvenceler vermesi pek bir şey ifade etmez. Diplomaside olumlu, olumsuz, sert veya karmaşık mesajlar verebilirsiniz. Ama tüm bunlar en sonunda yazılı ve iki tarafça imzalanacak ciddi belgelere dönüştürülmelidir. Hele James Baker tarafından Sovyetler Birliği döneminde 1990’da bir görüşmede Moskova’ya verildiği söylenen bu sözleri kalkıp öne çıkararak, bunları çok büyük sözler veya sorumluluklar gibi göstererek, işgali haklı göstermeye çalışmak kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Bundan ikna olan tarafsız birileri olduğuna inanmak gerçekten zordur.
Burada söz konusu global mücadelede herhangi bir taraf haklıdır veya haksızdır diye bir görüş yoktur. İki büyük güç de çok ciddi hatalar yapmaktadır. ABD’nin arka arkaya gelen işgalleri, Ukrayna işgalinden daha az zalimce ve daha az hayata mal olmuş değildir. ABD’nin bu işgallerin gerekçesi olarak öne sürdüğü argümanlar, bu gün ciddiye bile alınmamaktadır. Saddam’ın elinde nükleer silahlar yoktu ve Afganistan’ı, El kaideyi ülkeden atmadı diye işgale kalkışmak da tam bir fiyaskoydu. Hele yirmi yıldan sonra ABD’nin, Afganistan’ı Taliban’a bırakarak geri çekilmesi, ambargo uygulaması ve şimdi orada milyonlarca insanın soğuk ve açlıktan ölme tehlikesi geçirmesinin nedeni de ABD’dir. Ancak ABD bunu şimdi hatırlamak bile istememektedir.
ABD-Rus mücadelesine dönersek, ABD’nin 1990 sonrası Rusya’yı sisteme bir türlü kabul etmeyişi ve ona sıradan küçük bir ülke gibi muamele etmesi de büyük hataydı. Bu, kalıcı bir düzen kurmak için büyük bir fırsattı ve bu fırsat kaçırılmıştır. ABD’nin tüm dünyada kendi hegemonyasını korumak için her yere her türlü araçla müdahale etmeye çalışması ve tüm dünyayı yeniden organize etme çabası da tabii ki kabul edilebilir değildi. Ancak tüm bunlar bile Rusya’nın Ukrayna’da yaptıklarını haklı çıkaramaz. ‘ABD bizi yanılttı’ diyerek, sanki de bu çok ciddiye alınacak bir iddia imiş gibi, bunu işgal gerekçesi yapmak kabul edilemez.
Bir başka gerçek de ortadadır: Devletler rakiplerine hata yaptırmak için her zaman adımlar atar, manevralar yapar, hatta oyunlar oynar. Batı’nın ve özellikle ABD’nin çeşitli manevralarla Rusya’yı hata yapmaya ittiği de açıktır. ABD’nin Ukrayna’daki diplomatlarının Ukrayna liderini yanılttığı da ifade edilmektedir. Ancak bu uluslararası ilişkilerin doğasında vardır. Enformasyon savaşları, algı yönetimleri, propaganda, şaşırtma, digital savaşlar günümüzün her türlü mücadeleyi içeren hibrid savaşlarının en önemli unsurlarıdır. ABD’nin, Rusya’nın endişelerine cevap vermediği ve Putin’i muhatap alarak Avrupa’da yeni bir askeri ve stratejik denge için müzakere etmediği de doğrudur. Ancak unutulmamalıdır ki, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası başta Yalta ve Potsdam’da anlaşmalarla kurulan yeni denge, aslında savaşı kazananların kurduğu bir dengeydi. Rusya’nın bulunduğu durumda güçlendiğini düşünerek; ABD’yi masaya getirerek, aynı şekilde yeni Avrupa güç dengeleri kurarak etki alanları tesis ettirmeye çalışması ne derece gerçekçidir ciddi tartışma kaldırır.
İşin kritik yanı ise şudur: Rus kurmay aklı, bu gelişmeleri çok daha olgun, dikkatli ve derin düşünerek hareket etmeliydi. Rusya gibi köklü bir devletten de bu beklenirdi. Rusya’nın buna karşılık, inanılmaz bir şekilde Ukrayna’yı tümden işgal etmeye çalışması ve diz çöktüremeyince de zevahiri kurtarmak ve bir zafer elde etmek için Ukrayna’yı yerle bir edecek tarzda bir yok etme savaşına girişmesi ve nükleer tehdit sallaması kabul edilebilir değildir. Putin Batı’yı kaç defa uyuttum ve Gürcistan’da, Kırım’da Donbas’ta, Afrika’da uyuttum, yine onları uyutabilirim şeklindeki düşüncesi herhalde ona inanılmaz güven vermiştir. Rusya’nın gücünü abartması ve Ukraynalıların direncinin olmayacağını düşünmesini saymıyorum bile.
Şimdi 1990 sonrası gelişmelere bakalım: Soğuk Savaşı kaybeden Sovyetlerin, 1990 sonrası bunun bedelini ödememesi diye bir durum olamazdı. Böyle devasa bir jeopolitik mücadeleyi kaybeden bir ülkenin bunun bedelini ödememesi ancak “Alis harikalar diyarında” veya ilkokul masal kitaplarında olabilirdi. Rusya’ya kimin ne sözleri verdiği veya tam olarak ne söylendiği bilinmez ama 1990 sonrasında hiçbir şey olmamış gibi NATO’nun genişlememesi, hatta kendini feshetmesi, ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi ve Doğu Avrupa’nın çerez olarak Moskova’nın insafına bırakılması mı bekleniyordu anlamak kolay değil. Jeopolitiğe meraklı olan Putin, bu jeopolitik gerçeği anlamamış olamaz. Tabii ki Soğuk Savaşı kazananlar bunun ödülünü alacaktı. Bu savaşı Rusya kazansaydı, bakalım neler alacaktı. Bu, Rusya’nın hatası veya Batı’nın kötü niyetinin çok ötesinde, uluslararası ilişkilerin acımasız ve vahşi mantığıdır. Kazananın neler alabileceğini, Doğu Avrupa’da yaşayanlar, 1945 sonrası Sovyet tecrübesinden çok iyi bilirler.
Batı’nın veya ABD’nin, Rusya’nın isteğine uyarak genişlemeyi durdurması, tümüyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin kendi isteklerini göz ardı etmek anlamına gelecekti. Bu kadar uzun süre Sovyetlerin yörüngesinde kalarak ağır bedel ödeyen bu ülkeler, hürriyetlerini elde ettikten sonra şimdi tekrar Moskova’nın insafına mı terkedilecekti? Defalarca Rus tankları altında ezilen bu ülkeler, şimdi bunu unutup da kendi geleceklerini Rusya’nın belirlemesine mi izin verecekti? Kendi gelecekleri üzerinde hiç söz hakları olmayıp, Rusya’nın güvenlik algılamalarına tekrar mı kurban edileceklerdi? Bu ülkeler, uzun yıllar Sovyet boyunduruğu altında yaşamışlar, bedel ödemişler ve artık kendi yollarını çizmek istemişlerdir.
Ayrıca bu ülkelerin hepsi de, işgalle değil kendi istekleriyle AB ve NATO’ya dâhil olmuşlardır. Özellikle başta Baltık ülkeleri olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri, kendi istekleri ile ve hatta bazen ABD’yi bile zorlayarak NATO’ya üye olmak istemişlerdir. Kamuoyları da bunu geniş şekilde desteklemiştir. Bu ülkelerin siyasi iradesi, yıllarca NATO’ya üyeliği istemişlerdir çünkü tarihi tecrübeleri ile Rusya’yı tanımaktaydılar. Batı bunlara “sizi çok seviyoruz ama eski emperyal güç Moskova sizin NATO’ya girmenize izin vermiyor, sizi alamayız, pardon” mu diyecekti? İnanılır gibi değil. Soğuk Savaşın sona ermesi ile süper güçlere tanınan “etki alanları” da tarih olmuştur. Rus liderliği bunu kabul etmekte zorlanmakta ve kendine, yeniden “etki alanları” yaratmaya ve Batı’nın da bunlara sessiz kalmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Bir de ileri sürülen başka argümana bakalım. ‘ABD bu işgali kullanarak Rusya’yı zayıflatmaya çalışıyor’ görüşü, sanki de çok güçlü bir eleştiriymiş gibi ortaya konmaktadır. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Tabii ki ABD, böyle vahşi bir işgale girişen Rusya’yı zayıflatmaya çalışacaktır. Bu, stratejik düşüncenin gereğidir. Kalkıp ‘gel de seni bu çukurdan çıkaralım ve zayıflamadan bundan kurtul’ mu denecekti? Bu işgali kullanarak, Rusya’nın kolunu kanadığı kırarak, onu yeni işgallere girişemeyecek duruma getirmek savaş ve askeri çatışma mantığının ve realpolitiğin gereğidir. Bu hep böyle olmuştur ve ABD dünya sahnesine çıkmadan yüzyıllar önce de böyleydi. En basit realpolitik bilgisi bile bundan daha doğal bir davranış biçimi olmadığını gösterecektir. Diğer taraftan, henüz Rusya Ukrayna’daki işgalinden çekilmeyeceğini ve işgal ettiği bölgelerin kendisine ilhak edilmesini tanımadan masaya oturmayacağını söylemektedir. Putin daha savaşın uzayabileceği yönünde demeçler vermekte ve yine nükleer silahlardan bahsetmektedir. Onu bu durumda nasıl masaya getirip ateşkes veya barış anlaşması imzalanabilir?
UKRAYNA İŞGALİ
Diğer taraftan, Batı’nın Ukrayna’da “Maydan Devrimi”ni organize ettiği ve Rus yanlısı Devlet Başkanı Yanukoviç’i iktidardan götürdüğü ve bu nedenle de, sanki de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye hak kazandığı gibi inanılmaz bir argüman da öne sürülmektedir. Yanukoviç, Ukrayna’yı AB’den koparmaya çalışmasıyla, halkın isyanına neden olmuş ve sonunda da mektup yazarak Rusya’nın askeri müdahale yapmasını istemiş ve bu nedenle de yargılanmıştı. Sonra ise kaçarak Rusya’ya sığınmıştı. Ukrayna halkı; Rusya’nın değil, Batı’nın bir parçası olma iradesini göstermişti.
Rusya, bu işgalle ciddi bir stratejik değerlendirme hatası da yapmıştır. Aslında Rusya tüm Ukrayna’yı işgal etmek yerine sadece Donbas ve Kırım’ı işgal etseydi, belki de Batı bu kadar büyük bir reaksiyon göstermeyecek ve bu bölgeler Rusya’nın kontrolünde kalmaya devam edecekti.
İkinci nokta şudur: İşgal öncesi Rusya, oldukça güçlü konumdaydı. Batı ülkeleri, dış politika ve savunma konularında ortak bir çizgi bile belirleyememekteydiler ve Rus enerjisine bağımlı hale gelmişlerdi. Bir Rus tehdidi olabileceği akıllarına bile gelmemekteydi. ABD’nin, Avrupalı NATO üyelerini Rus tehdidine karşı uyarmaları ve ona olan enerji bağımlılıklarını azaltmaları gerektiği şeklindeki uyarıları, zamanı geçmiş soğuk savaş mantığı olduğu gerekçesiyle Avrupa’da adeta gülüşmelere neden olmaktaydı. Bu süreç devam etseydi, bir süre sonra NATO’nun ittifak olarak varlığı bile sorgulanacak hale gelebilirdi. Avrupa ülkeleri ekonomik sorunlarla ve ırkçılıkla mücadele ediyorlar ve ciddi enerji ithalatı, ekonomik ve ticari ilişkileri olan Rusya’ya karşı bir cephe açmak istemiyorlardı.
Rusya, bekleyerek, Batı’nın kendisine daha bağımlı hale gelmesini ve NATO içerisindeki bağların daha da zayıflamasını sağlayabilirdi. Üstelik Ukrayna’nın görünür gelecekte ne NATO’ya, ne de AB’ye üyeliği de söz konusu değildi. Zaten yapılan 2014 işgalleriyle Ukrayna’nın sınırları bile tartışmalı hale gelmişti. Almanya ve Fransa, zaten Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşıydılar çünkü bunun kendilerini, Rusya ile savaşa ve hatta üçüncü dünya savaşına götüreceğini düşünmekteydiler. Hele Almanya, Rusya politikasını, ancak Ukrayna işgalinin yarattığı yıkıcı etki ve büyük insan kayıpları sonrasında değiştirebilmiştir. Almanya, hala Ukrayna’ya çok sözler verse de, bunları yerine getirmede ayak sürümekte, geciktirmekte ve çeşitli manevralar yapmaktadır. Almanya bu işin bir an önce bitmesini istemektedir çünkü ekonomisi çok zor duruma gelmiştir.
PUTİN BU İŞGALDEN KAZANÇLI ÇIKABİLİR Mİ?
Rusya’nın, bu işgalle, Batı’yı 1990’lara geri götürmesi ve kendine uygun gördüğü yeni bir güç dengesini tesis etmesi pek mümkün görülmemektedir. Batı, kendisinin ekonomik olarak çok daha güçlü olduğunu bilmekteydi ancak şimdi askeri olarak da Rusya’nın korkulduğu kadar güçlü olmadığını görmüştür. Rusya’nın, Ukrayna işgali veya yapacağı başka hamleler ile Batı’yı 1990’lara götürme şansı yoktur denebilir.
Savaşa dönelim: Bu tür büyük çaplı savaşların hangi yöne gidebileceğini kestirmek pek mümkün değildir. Savaşın geniş sonucunu belirleyecek olan faktörler: a) Birinci derecede sahadaki savaşta ne olabileceği ve kimin üstün çıkacağı b) Savaş dolayısı ile iki taraf arasında yürütülen ekonomik-ticari savaşlara Batı’nın mı yoksa Rusya’nın mı daha fazla dayanabileceği.
Bu savaşın sonucu tam olarak kestirilemez ama şimdiye kadar görünene bakalım: Ukrayna işgali en sonunda uzun sürecek bir yıpratma savaşına dönebileceği gibi, aniden taraflardan birinin; gerek tedarik, gerekse gerideki siyasi gelişmeler veya öngörülemeyen faktörler tarafından zayıf düşerek, savaşamaz duruma gelmesi de mümkündür. Ancak gelinen noktada Rusya’nın sahada devamlı toprak kaybetmesi ve sadece uzun menzilli yüksek hassasiyetli füzelerle Ukrayna’nın altyapısını vurmaya başlaması ne kadar zora girdiğini de göstermektedir. Rusya’nın çok zor durumda olduğu ve Ukrayna’da pek kazançlı çıkamayacağı gerçeği artık kendini göstermeye başlamıştır. Aksine artık konuşulan şey, tam bir bozguna uğramadan bu sorundan çıkıp çıkamayacağıdır.
Burada kritik bir diğer faktör de, Batı’nın Rusya ile savaşı ne kadar sürdürmek isteyeceğidir. ABD’nin ve Avrupa’nın isterse çok daha güçlü ve uzun menzilli silahlar göndererek Rusya’yı çok daha zor durumda bırakması ve hatta tümden Ukrayna’dan çıkarılmasını sağlama kararı vermeleri de mümkündür. Ancak burada endişe Rusya’nın Kırım’ı kaybederse nükleer silaha başvurabileceği düşüncesidir. Bazı uzmanlara göre Ukrayna, önce Donbasta istediğini alarak Kırım’a yakın yere kuvvet yığarak baskıyı artırmalıdır. Sonra Kırıma su götüren hatlar ve ulaşım yolları ve tümden yıkılmamış köprü hedef alınarak Rus askerlerinin Kırımda kalmasını çok zorlaştıracak adımlar atılabilir. Birçok uzmana göre de Rusyanın nükller silah kullanması pek kolay değildir. Son tahlilde tabii ki kırım da hedef alınacaktır.
Acaba ekonomik ticari savaşlar hangi yönde gidiyor? Bir taraftan Rusya, ekonomik olarak bir darboğaza girmiştir ancak diğer tarafta da, Avrupa çok ciddi bir enerji sorunuyla karşı karşıyadır ve bu durum, onların tüm ekonomisini felç eder hale getirmiştir.
Acaba Avrupa’da bazı ülkeler bir noktada bu büyük kriz dolayısı Ukrayna’ya destekten vazgeçip Batı cephesini bölüp bir ateşkesi zorlayabilirler mi? Rusya bunu beklemektedir ancak bu kolay değildir. Böyle bir gelişme Batı açısından büyük bir geri adım olur ve Rusya inanılmaz şekilde avantaj kazanır. Bazı çatlak sesler olsa da Batı’nın kolay kolay bu noktaya gelmesi beklenmemektedir.
ABD hem askeri olarak hem de ekonomik olarak olaylardan fazla etkilenmemekte, sadece Rusya’nın hatalarını kullanarak onu zayıflatmaya çalışmaktadır. ABD nin diğer güçlü müttefikler yani Fransa, Almanya ve İngiltere’yle birlikte Ukrayna’ya desteğini sürdürüleceği görülmektedir. Ukrayna’da gelişmeler, Rusya için oldukça sıkıntılı ve hatta çok daha kötüye gidebilecek bir safhadadır denebilir.