Kendi adıma söylüyorum…
Yaşadığım dünyaya o kadar yabancılaşmışım ki!
Bu popüler dünyanın hiçbir ürünü bana cazip gelmiyor nedense...
Orada izlenenler… Orada dinlenenler… Orada paylaşılanlar…
Bunların pek çoğu bana hitap etmiyor, beynimde veya yüreğimde herhangi bir anlam veya değer oluşturmuyor…
Bir tarafta milyonlar, bir tarafta ben karşı karşıya pozisyonu olunca; patolojik vakaymışım gibi bir hisse kapılıyorum…
Örneğin, şarkıcının biri “Hav hav” diye bir albüm yapmış. Şarkısı daha ilk yirmi gün içinde 50 milyondan fazla izlenmiş…
Tabi ardından para su gibi akmış adama!...
Henüz 23 yaşındaki bu genç, eline geçen kamyon dolusu parayı ne yapacak başka?
Oturmuş öyle bir doğum günü yapmış ki; harcadığı para kralları kıskandırır!...
Aynı şekilde bu doğum günü görüntüleri de iki gün içinde 20 milyon kez tıklanmış!...
Lavabo gibi, akıyor gidiyor, akıyor gidiyor…
Ben bu adamı takip eden o milyonların içinde değilim…
Televizyonda tesadüfen açtığım magazin programında öğrendim olanları…
Sonra internetten, on milyonlarca kişinin “çok değerli” bulduğu şarkısının sözlerine baktım…
“Onlar arkadan havlar, hav hav hav…
Dedim ki her şey ben de var, var var var…
Heh heh heh, rav rav rav, uzaylılar bile beni dinliyo!...”
Şimdi bundan ne ders çıkaracağız?
Ya da bir ders çıkarmak zorunda mıyız?
Bırakalım; çocuklarımız, gençlerimiz kendi değerini kendi oluştursun… Karışmayın işlerine mi diyelim?
Toplumun yoksunlaşması ve yozlaşması ile “toplumun eğitimi” arasında bir ilişki kurmazsak, bu tür konular “mesele” haline gelmiyor zaten değil mi?
Nazarımızda sorun teşkil etmiyor yani!...
Fakat bu anlayış olduğu yerde kalmıyor… Domino etkisiyle başka yerlere de sirayet ediyor…
Ülkenin “değer kantarında” eğlence kaynakları, eğitim kaynaklarından daha ağır gelmeye başlıyor!
Okulların sadece öğretmenler için, üniversitelerin sadece rektörler ve akademisyenler için “elzem” olduğu algısı yerleşiyor beyinlere!...
Okullar için bir şey istendiğinde, ilk tepki “bu öğretmenlere de ne oluyor?” türünden geliyor!...
Üniversiteler için bir şey istendiğinde, ilk tepki “rektör de çok oldu” karşılığı ile veriliyor!...
Mesleğin içinden biri olmam hasebiyle, eğitim kurumlarının ve öğretim kadrolarının gün geçtikçe ne kadar çok değersizleştirildiğine bizzat gözlerimle şahit oluyorum…
Bu hatalı anlayışın, bu adaletsiz değerlendirmenin ülkeyi ve toplumu nereye sürüklediğini tahmin etmek zor olmasa gerek!...
Çalıştığım Üniversitede, üniversitemizin gelişimi açısından zorunlu ihtiyaç duyduğu kamu arazisinin müteahhitlere peşkeş çekilmesi gibi bir mevzu konuşuluyor bugünlerde…
Ve kamuoyuna mesele “rektörün meselesiymiş” gibi anlatılıyor…
Ya da karşı tarafın görevlendirdiği çığırtkanlar, öyleymiş gibi algı yaratmaya çalışıyorlar!...
Siyaseten farklı cephelerde görünen tipler, işin içine “para” girince arka sokaklarda kolayca buluşabiliyor…
İnsanın kendi bindiği dalı, birilerinin uyarmasına rağmen kesmeye devam etmesi ne ise, bu da o işte!...
Girdiğim bazı derslerde, konu bazen uzuyor; tamamlamak için süreyi birkaç dakika aşmak zorunda kalıyorum…
Öğrenci fazladan yaptığım o birkaç dakikaya oflayıp puflayıp anında tepki veriyor artık!...
Sanki o ders ve o bilgi hocaya lazım!...
Öğrenci benim yaptığım fedakarlığın farkında bile değil!...
Aklı, teneffüste kantinde yapacağı haylazlıkta…
Sorunu size daha nasıl anlatayım bilmem ki?
Geldiğimiz nokta bu!...
“Hav, hav, hav…” şarkısını dinlemek, dersi dinlemekten çok daha önemli ve çok daha değerli hale geldi maalesef!...
Bir hoca veya bir rektör, durumun önemli bir sorun olduğunu göstermek için tek başına başka ne yapabilir, siz söyleyin…