KABİL DÜŞERKEN...



ABD gibi hegemonik bir güç, uydularla dünyayı gözetleyen, dünyanın en

ileri istihbarat ve savaş makinesine sahip bir ülke nasıl olur da Afganistan konusunda böyle aciz bir duruma düşer? Taliban’ı 20 yıl önce birkaç günde perişan eden ve iktidardan düşüren güç, 20 yıl sonra ülkeyi Taliban’a bırakarak perişan vaziyette geri çekilmiştir. Ne kadar güçlü bir ironi! Ayrıca ABD’nin düzenli bir geri çekilmeyi bile başaramayıp, kaotik, Vietnam’ı andıran bir şekilde geri çekilmesi hayret vericidir.

Diğer taraftan, son ana kadar Taliban’ın Afganistan’a hâkim olmasının aylar alacağını ifade eden ABD’nin dev istihbarat kuruluşları, nasıl birkaç

gün içerisinde ABD destekli Kabil hükümetinin üşeceğini öngöremedi?



ABD, kendi ordusuna ilaveten çok güvendiği Afgan polis özel

kuvvetleri ve hava gücüne de sahip 300.000 kişilik Afgan ordusunun

hep Taliban’ı yenebileceğini iddia ediyordu. Bunlar çok iyi

eğitilmişti. Nasıl olur da böyle bir güç, 75.000 kişilik Taliban

tarafından tek kurşun atmadan yenilgiye uğratılabildi?



ABD’nin eğittiğini söylediği bu ordu nerede? Amerika’nın bu ‘en uzun

savaşında’ harcanan 2 trilyon dolar gibi inanılmaz paranın, bir hükümet

raporuna göre, 183 milyar doları Afgan ordusunun eğitimi ve

silahlandırılması için kullanılmıştı. (
https://asiatimes.com/2021/08/why-afghanistans-security-forces-collapsed-so-quickly/ ) Alıntı tarihi 18 kasım 2021



Bazılarına göre, çekilme kararını bir önceki Başkan Trump vermişti ancak organize çekilmeyi planlamamak yeni Başkan Biden’in hatasıdır. Bu, şimdi ABD’de tartışılmaktadır. Ne fark eder ki? Afganistan’a giren, tıpkı Irak’ta olduğu gibi buldozer gibi giren Bush’tu ve de ABD’nin girmekle hata yaptığını anlayıp da tüm gerekeni yapamayan da Obama idi. Trump çekilmeye karar vermişti ama bunu yapamadı ve onu eleştiren Biden de çekilmeye karşı değildi ve çekilmeyi sadece birkaç ay geciktirdi. Neticede ABD’nin vardığı nokta işte budur. Hangi Başkanın nerede hata yaptığının

artık ne önemi var? Hepsi bu büyük trajedinin, yenilginin ve kaosun bir şekilde mimarlarıdır. Ne kadar üzücü.

Başkan Biden çıkıp bu kaotik durumun kaçınılmaz olduğunu ve bu durumun planlamada yer aldığını ve tartışıldığını ifade etmiştir. Anlayan varsa beri gelsin. ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise, Afganistan ve Vietnam arasında bir kıyaslama yapılamayacağını ifade etmiştir. (yani burada ABD’nin Afganistan’da yeni bir Vietnam yaşamadığını ifade etmeye çalışmıştır) Aslında ironik şekilde ama kısmen doğruyu söylemektedir. İkisi kıyaslanamaz çünkü Afganistan, Vietnam’dan çok daha kötüdür. Çünkü Vietnam’da ABD askerleri çekildikten sonra, Güney Vietnam hükümeti iki yıl daha ayakta kalabilmişti. Afganistan’da ise, Amerikan güçleri çekilirken, Batı destekli Afgan hükümeti adeta dağılmıştır. (Why America doesn’t win wars anymore, ( ,) Alıntı tarihi  18 Kasım 2021)

Bedele bakalım: Afganistan’da 2.461 (Irak’taki kayıplarla beraber 4.500) ABD askeri ve 3.846 güvenlik şirketi görevlisi öldü, 2 trilyon dolar harcandı ve savaş; alınan kredi ile finanse edildiğinden, bu rakam, faiziyle birlikte 2050 yılına kadar 6.5 trilyon dolara ulaşacaktır.



Afganistan tam bir enkaza döndü. 66.000 Afgan askeri, 47.245 Afgan

sivili öldürüldü. (esas rakamın bundan çok daha fazla olduğuna

inanılmaktadır) Şu anda Afgan nüfusunun % 70’inin yardıma ihtiyacı

vardır ve dış yardım gelmezse felaket katlanarak artacaktır.



ABD’nin gerçek kayıpları da bu rakamlara yansımıyor. Bir çalışmaya göre, 2011 sonrası savaşlarda (Irak ve Afganistan’da) ölen ABD

askerlerinin sayısı 7.057 iken, savaş dışında intiharlar nedeniyle

ölen aktif görevde veya emekliler arasında ölümler, bunun 4 katı yani

30.177 olmuştur.

(https://watson.brown.edu/costsofwar/papers/2021/Suicides

https://www.washingtonpost.com/world/2021/08/20/afghanistan-war-key-numbers/ ) Alıntı tarihi 18 Kasım 2021



Vietnam’da da aynı durum vardı: ABD, uzun yıllar sürdürdüğü savaşta bir sonuç alamamış ve ağır bedel ödeyerek Vietnam’dan çekilmişti. Burada bedeller her taraf için çok daha ağırdı. Şimdi ABD’nin, Irak ve Suriye’den de çekilmesi için baskılar gittikçe artıyor. Acaba ABD neden bu durumlara düşüyor ve büyük gücüne rağmen savaşları kazanamıyor. Bu aslında ABD’de de çok sık tartışılan bir konudur. 

1945’ten sonra ABD, beş ana cephede savaşmıştır ki bunlar: Kore, Vietnam, Körfez, Irak ve Afganistan işgalidir. Bunlar arasında ancak 1991 Körfez Savaşı, klasik bir kazanma olarak görülebilir. Irak’a daha sonra yapılan ikinci işgal harekatı ve Afganistan işgalleri sonrası günümüze kadar gelen gelişmeler ve ABD’nin Irak’tan ve hatta Ortadoğu’dan çekilmesi için artan ciddi baskılar, ABD’nin pek de bölgede istediklerini elde edemediğini göstermektedir. Hatta şimdi ciddi olarak ABD’nin bölgeden askeri güç çekerek, bunları Çin’i çevreleme stratejisi çerçevesinde Uzakdoğu’ya veya Rusya’ya karşı Karadeniz bölgesine kaydırmakta olduğu görülmektedir.  ABD yönetimi de devamlı şekilde artık Ortadoğu’dan çekilecekleri yönünde açıklamalar yapmaktadır.  Peki ABD’ye ve bölge halklarına ödetilen bu bedel ne içindi?

İŞGALLERDE/ASKERİ MÜDAHALELERDE BAŞARISIZLIĞIN NEDENLERİ

ABD yönetimleri, nasıl olur da, büyük bir güçle giriştikleri işgalleri,

en sonunda, kelimenin halk deyişiyle, tam anlamıyla yüzlerine gözlerine

bulaştırıyorlar. Dünyanın en güçlü ordusuna sahip olup; askeri

harcamaları, kendinden sonra gelen on ülkenin toplam askeri

harcamalarından daha fazla olan bir ülke nasıl böyle başarısız

olabilir? Acaba bu kararları çok kolaylıkla kendi çıkarlarını ve zorlukları çok derinliğine düşünmeden, sadece güç gösterisi yapmak için mi veriyorlar? Ya da kendi gücüne âşık olan narsist yönetimler kendilerine bunun pek faturası olmayacağını bildikleri için mi bu kadar kolay bu büyük işgallere girişiyorlar. Ya da bir ülkeye girmek kadar, oradan büyük prestij kaybetmeden çıkmanın da ne kadar zor olduğunu mu anlamıyorlar? Bunun nedenlerine detaylı bakalım:



1-Yönetimlerde Dokunulmazlık Düşüncesinin Rahatlığı 

ABD, cezalandırılamayacak kadar büyük ve güçlü olduğundan; yönetimler, işgallerin ağır bedellerini doğrudan ödemeyeceklerini bilmektedirler. Bu da onların bu işgalleri kolayca başlatmalarına neden olmaktadır. Bu işgaller sonucunda doğrudan ABD şehirleri bombalanmaz ve büyük ABD sivil kayıpları olmaz. Olanlar, esasen işgal altındaki halklara olur. Esas bedelin çok az bir kısmı ABD tarafından ödenir. ABD’deki karar merkezleri, kendileri açısından bu son derece güvenli ortamlarda karar verirler.



Ayrıca işgal kararı veren liderler, kendilerinin en sonunda uluslararası ceza mahkemelerine götürülemeyeceğini de bilmekte ve alacağı kararları basitçe diğer konularda aldıkları kararlar gibi görmektedirler. Bu nedenle bu liderler, işgal kararlarını verirken, bunun işgal edilen ülkeye bedelini de pek düşünmezler. Sadece kendilerine göre birkaç stratejik neden öne sürerler ve işgal kararlarını verirler. Sonradan bu nedenlerin gerçekçi olmadığı ve hatta düzmece / yalan olduğu ortaya çıksa bile; ne bu liderler, ne de ABD ağır bir bedel ödemez.



Hatta bu askeri müdahale veya işgallerin, sonradan ABD’nin ulusal çıkarına

ters olduğu görülse bile, bu kararları verenler bunun bedelini ödemezler.  Hatta bu kritik kararları veren başkan ve onların yönetimindeki kişiler, günleri gelince de Beyaz Saray’dan ayrılıp emekliliklerini de bir güzelce

yaşayabilmektedirler.

Çoğu zaman ABD yönetimleri, diğer bazı müttefiklerini de işin içerisine çekerek işgalde kendi sorumluluklarını ve bedellerini paylaşmaya ve işgali meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu, BM nezdinde veya dünya kamuoyu önünde bazı avantajlar kazandırsa bile, sonucu pek etkilememektedir.

2- Gayrı-Nizami (Gerilla) Savaş Kapasitesinin Yetersizliği 

1945 sonrası dünyada savaşların; devletlerarası savaşlardan devletler içindeki savaşlara (yani iç savaşlara) kayması, ABD’nin savaşları kazanamamasının ana nedenlerinden biridir.  Bu konuda ABD’nin yaşadığı en büyük sorun, çok konuşulmasına  rağmen, ABD’nin gayrınizami (gerilla) savaş konusunda kapasite geliştirmemiş olmasıdır.

Sivil savaşlar tabii ki son derece karmaşık, küçük grupların savaştığı, çok uzun süren ve kamuoylarının da çok önem kazandığı, kolay sonuç almanın mümkün olmadığı savaş türleridir. Artık bir ülkeye askeri müdahalede bulunmak veya işgal etmek çok karmaşık bir iştir. İşgalde düzenli orduyu yenebilirsiniz ancak sonra gerilla savaşı ile karşı karşıyasınız ve burada esas ateş gücünüzü kullanamaz duruma gelir ve yepyeni bir savaş türü ile karşılaşırsınız. 

Gerilla savaşları, vur-kaç taktikleriyle, işgal gücüne işgalin faturasını artırarak, onu çekilmeye zorlama üzerine kuruludur. Bu arada dünya kamuoyunu etkilemek ve destek kazanmak tabii ki çok önemlidir. Burada sahada esas olan; dünya kamuoyunu ve ülkede halkın desteğini kazanmak, işgal gücünün desteklediği işbirlikçi hükümeti zayıflatmak ve çökertmektir.  İşgal gücü savaş bittiğinde kazanır, ancak gerilla, çatışmalar devam ettiği ve kendi de varolmaya devam ettiği sürece kazanır. İşte ABD, bu şekilde mücadelede zorlanmaktadır. Vietnam’da, Irak’ta ve Afganistan’da bunu gördük.

İkinci nokta; işgali gerçekleştiren güç ile, ülkesini savunan gruplar arasında ciddi bir motivasyon farkı vardır. ABD gibi global bir hegemon için her işgal/ askeri müdahale, bir başkasının aynısıdır. Farklı bir yanı yoktur. Ancak işgal edilen için savaş, hayatla ölüm arasında, varolmakla yokolmak arasında bir seçimdir. Bu yüzden işgal edilen, sonuna kadar giderek tüm gücüyle kendi vatanını korumaya çalışacaktır. Bu da, ciddi bir fark yaratır.

Üçüncü nokta; çoğu zaman düşman görünmemektedir ve onu bulmak ve yoketmek sanıldığından çok daha zordur. Ayrıca sivil halk arasında yaşayan gerillayı çok ciddi istihbarat olmadan vurmaya kalkmak, sivil kayıpları çoğaltmakta ve ABD’ye olan nefreti artırmaktadır. Bu da yüksek ateşgücünüzü ve ileri teknolojinizi, bu çok küçük ve esnek düşmana karşı pek kullanamamanız demektir. Afganistan’daki sivil kayıplar, ABD’ye olan desteği çok azaltmış ve ona karşı olan Talibanı çok güçlendirmiştir. (https://www.npr.org/2021/09/21/1039393832/a-u-s-strike-recently-killed-afghan-civilians-but-its-far-from-the-first-time ) Alıntı tarihi 18 Kasım 2021

3- Kaynakların Ötesinde Hedefler Ortaya Koyma 

AB yönetimleri, bu işgal veya askeri müdahale kararlarında, karşı taraftaki orduyu yenme ve iktidara bir dost yönetim getirme olarak özetlenen rejim değişikliğinin çok ötesinde hedefler ortaya koymaktadır. Yani ABD yönetimleri, çoğu kez, güçlü aktörün gücünün sınırını görememe gibi klasik bir hataya düşmektedirler.

Kendi askeri gücüne inanılmaz derecede güvenen ABD yönetimleri ve siyasi sistemi, işgal kararı verirken, rejim değişikliğini yeterli görmeyip kalkıp bir de buna ülkede demokratik Batı usulü ulus-inşa etmek gibi bir inanılmaz bir hedef de ortaya koymaktadır. Irak ve Afganistan’da bunu gördük. Her nedense ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da ulus-devlet inşasındaki başarıyı her istediğinde yeniden tekrarlayabileceğini düşünmektedir. Şartların 1945’ten sonra ne kadar değiştiğini tam olarak anlayamadıkları ve bunu hesaba katmadıkları görülmektedir.

Artık ABD, dünyada 1940 ve 50’lerdeki gücüne sahip değildir. Şimdi artık onunla rekabet eden çok sayıda global ve bölgesel aktör vardır. Üstelik Almanya ile bugünkü Irak ve Afganistan arasında hem dini, hem de etnik yapı ve tarihi gerçekler açısından çok büyük farklar vardır. Bunların pek dikkate alınmadığı görülmektedir.

Böyle bir misyon için ne ordunun kapasitesi ne de ABD’nin kaynakları

yeterlidir. Hiçbir zaman tam merkezi bir yönetim veya tam ulus-devlet bile

olamamış Irak ve hele Afganistan gibi ülkeleri, askeri güçle, demokratik

Almanya gibi bir ülkeye dönüştürmek, ABD’nin de kaynaklarının çok ötesinde bir hedeftir. ABD yönetimlerinin bunu Irak’ta da, Afganistan’da da ancak yenilgi ufukta görüldüğü zaman anlamaları ise oldukça hayret verici

bir durumdur. Acaba dünyanın rakipsiz askeri gücünü elinde bulunduran

bu ülke, bu kadar büyük gücü nasıl kullanacağını düşünüp de, en sonunda

bir işe yaraması için bu işgallere mi karar vermektedir? Eğer elinizde çekiç ile gezerseniz, her şeyi yarı çakılmış bir çivi gibi görmeye başlarsınız. Bu

durumda ne yapacağınız bellidir…

4- Savaşta, Doğru İstihbarat Elde Etmenin Zorlukları

İşgallerde bir başka zayıflık daha görülmüştür: Tecrübe göstermiştir

ki Pentagon, herhangi bir işgal öncesinde, oldukça tarafsız, dengeli, artı

ve eksileri içeren planlar ortaya koyabilmektedir. Ancak işgal

başladıktan sonra artık hep olumlu raporlar vermeye başlar ve olumlu

noktalar vurgulanır, başarısızlıklar ise daha az vurgulanır. Çünkü

artık verilen bu görev sonrası, bu iş, ordunun kendisinin başarısını veya başarısızlığını gösterecektir ve her general kendini başarılı göstermek ister. Ordu hep bu tür olumlu istihbaratlar ve raporlar verir ve yönetimler de bunlara dayanarak kararlar verir.
(David Halberstam The Best and the Brightest, 1972).

Bu da, gerçekle istihbarat raporları arasında ciddi bir fark doğmasına neden olur ve ABD yönetimi, tarafsız ve dengeli bilgi almakta zorlanır ve bu da isabetli kararların alınmasında önemli bir engel teşkil eder. Ne kadar haksız veya kanlı olsa da, ordu sadece misyonun elde edilmesine odaklanır ve stratejileri tartışır ancak hedefleri tartışmaz. Yani “biraz daha dayanırsak kazanacağız” sendromu devreye girer. Bu da gerçekten kendi kendini devamlı besleyen sonu gelmez bir dayanma sürecini tetikler ve en sonunda batağa saplanmak için en güzel reçete durumuna gelir.



Savaşta daha gerçekçi ve işlerin kötüye gittiğini açıkça söyleyebilecek birkaç yetkili çıksa da, bunlar izole edilerek baskı altına alınır, istifa ettirilir ya da etkisiz hale getirilir. Onların söyledikleri gerçekçi ve doğru olsa da, bunlar kamuoyu tarafından pek duyulmaz ve destek bulmaz. Bunu hem Vietnam’da, hem Irak’ta, hem de Afganistan’da görüyoruz.



5- İşgal Edilen Ülke Hakkında Bilgi Eksikliği

Öte yandan dünyanın en iyi üniversitelerine sahip bu ülke, çoğu zaman işgal edeceği /askeri müdahale yapacağı ülke hakkında yeterli bilgiyi de karar mekanizmalarında toplayıp kullanmaz veya kullanamaz. Ordu ve yönetimler; işgal edilen ülkedeki iç siyasi yapıları, etnik farklılıkları, tarihi gerçekleri ve dinamikleri pek anlamadan işgallere girişir ve bunun da çok ciddi sonuçları olur. Vietnam’da da bu yaşanmıştı. Irak ve Afganistan’da da aynısını yaşadık.

Çoğu zaman işgal edilen ülkede iç etnik-dini yapı bilinmediği

için, ABD, karmaşık etnik dini yapıları olan ülkelerde çoğu zaman

kendisini yanlış tarafta bulmaktadır. ABD bazen tam farkında olmadan

diğer dini etnik grupları çok sinirlendirecek ve kışkırtacak şekilde

kendini tek bir etnik-dini grubun yanında, onu korur konumda

bulmaktadır. Tarafsız olduğunu düşündüğü durumlarda bile, kendisini

yanlış noktada bulmakta ve reaksiyon görmektedir. Bu birikmekte ve ABDye reaksiyon artmakta ve başarısızlığa katkı yapmaktadır.

Vietnam’da da, Afganistan’da da, yabancı askerlerin varlığının bir ülkede milliyetçiliği ciddi şekilde tetikleyebileceği ve muhalefeti güçlendirebileceği hep göz ardı edilmiştir. 



ABD, Vietnam’da sömürge döneminin kalıntısı ve küçük bir azınlık olan Katolik-komutanlar ve din adamları- üzerinden zemin aradı ve onlarla ittifak kurdu. Ancak Katoliklerin lisanı bile, diğer büyük çoğunluk Vietnamlıların lisanından  farklıydı. Bu da çok geç anlaşıldı ve sonuçta büyük sorun oldu. ABD destekli Katolik Vietnam hükümeti, çoğunluk Budist nüfusun yaptığı gösterilere sert şekilde müdahale ettikçe, halk yönetime daha da güçle karşı çıkmaya başladı. 

Üstelik bir süre sonra, ABD, ülkede çoğunluk Budist nüfus tarafından sadece emperyal bir düşman değil, aynı zamanda Budist Vietnam için tehdit oluşturan Hristiyan bir ülke olarak da görülmeye başladı ve çok daha büyük bir mukavemet gördü. ABD’nin oluşturup desteklediği kukla Katolik ağırlıklı hükümet de, halktan hiçbir zaman geniş destek görüp meşruluk kazanamadı. Bunlar da, yenilginin esas unsurları oldu.

ABD’de yönetim ise, Komünist Vietnam’ı dıştaki komünist güçlerin yarattığı sahada karşılığı olmayan bir hükümet olarak gördü. Ancak bir türlü; uzun yıllar önce Fransa, sonra ise ABD ile savaşan Vietnam hükümetinin, milliyetçiliğin ifadesi olduğunu anlayamadı. 

Afganistan’da da, Vietnam’da elde edilen tecrübe pek kullanılamadı. Afganların, tarihsel olarak, yabancı işgallere karşı nasıl birleşebildiği bilinen bir gerçektir. Tarihte İngiliz imparatorluğuna, sonra da Sovyetlere karşı nasıl savaştıkları bilinmekteydi. Ancak ABD bunu hep göz ardı etti. Amerikanlar Talibanı hep dini bir örgüt ve sadece Paştunların örgütü olarak bilmekteydi. Ancak işgalin ağır bedeli arttıkça, Taliban; sadece Paştunların değil, tüm Afganların desteğini alıp milliyetçiliğin merkezi oldu. Çünkü işgale karşı mücadele veren yegâne örgüt, o kalmıştı. Ve işgalin halka bedeli arttıkça işgalin desteğiyle ayakta kalan ABD destekli kukla hükümet, hiçbir zaman meşruluk kazanıp geniş destek bulamadı ve zamanla var olan desteğini de kaybetti.

6- Amerikan Kamuoyunun, Önemine Rağmen, Güçsüzlüğü

Amerikan yönetimleri işgal kararları verirken bir başka açıdan da kendilerini rahat hissetmektedirler. ABD, bir demokrasi olmasına rağmen, ABD yönetimleri işgal karar verip harekat başladıktan sonra; kamuoyunun bunu geri çevirmesi çok zor ve çok uzun bir süre almaktadır. Bu sürede de olan olmakta ve tüm taraflar ağır bedeli ödemektedir.

Yönetimler,her zaman işgalleri haklı gösterecek bazı sebepler öne sürerek bunlarla toplumu oyalamakta ve hatta bu argumanları iflas ettiği zaman da “şerefli bir şekilde geri çekilme” hedefiyle, bir o kadar daha işi uzatabilmektedirler. 

Vietnam savaşında, Amerikan toplumu inanılmaz çekilde bölünmüş, iç çatışmalara sahne olmuş, toplum ağır yaralar almış, ancak yönetimler uzun süre daha bu savaşı devam ettirebilmişlerdir.

SONUÇLAR

Acaba bundan sonra ne göreceğiz? ABD yönetimlerinin yukarıda bahsedilen zaafları esasen sistemiktir ve bu yüzden bunların değişmesi oldukça zordur. Zaten Vietnam savaşında yaşanan bu zaafların ve hatalar  bir şekilde halen devam etmektedir. Ancak dikkat edilirse görülür ki, ABD’nin bahsedilen işgalleri -Kore, Vietnam, Körfez, Irak, Afganistan gibi işgaller-  dönemin en güçlü rakip aktörlerinin direkt çıkarlarını etkilemiyordu. Bunlar daha ziyade büyük güç politikası dışında kalan bölgelerdi.

Şimdi yeni bir döneme giriyoruz: Artık Çin’in yükselişi ve Rusya’nın da Karadeniz’de artan askeri baskısı, dikkatleri direkt bu güçlerle ilgili Taiwan, Güney Çin denizi, Ukrayna veya daha geniş Karadeniz bölgesine kaydırmaktadır. Kuzey Kore ise oldukça karmaşık ve tehlikeli bir sorun olarak durmaktadır. Buralarda ABD çok daha dikkatli olmak zorundadır. Buralarda çatışma olursa, çok daha geniş çaplı ve hatta nükleer silahlara sahip büyük güçlerin veya ittifakların çatışması şekline de dönüşebilir. ABD için kolay işgaller dönemi kapanmak üzeredir. Öte yanda çok daha karmaşık ve tehlikeli bir Dünyaya doğru gidiyoruz ve belirsizlik de artmaktadır.