12 Eylül 1980 sabahı...

Yani Türkiye’nin son askeri darbesinin yapıldığı sabah.

O sabah Genelkurmay Başkanlığı’na ilk ulaşan kişi genç bir gazeteci.
O günlerde Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosunda çalışıyor.
Darbe olmuş ve o 18 21 00 numaralı telefondan, Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi’ni arıyor.
Telefona çıkan kişi Genelkurmay Genel Sekreteri General Fikret Küpeli.
Gazeteci soruyor:
“Paşam, sokağa çıkma yasağı nedeniyle gazetelerin yayını konusunda ne gibi bir düzenleme yapılacak?”
Şimdi sıkı durun, darbeyi yapan ordunun cevabı geliyor:
“Gazeteler çıkmayacak diye bir şey yok. Gazeteler çıkacak. Zaten onlar bizim yanımızda...”

HASAN CEMAL’DEN ŞÜPHESİ OLAN VAR MI

Arkadaşlar, aranızda Hasan Cemal’in demokratlığından şüphesi olan var mı?
Bu anekdotu, onun “Tank Sesiyle Uyanmak” adlı kitabının yeni baskısından aynen aktardım. Sayfa 7.
Şimdi bir düşünün.
Bu konuşma son 15 yılda yapılsaydı ve bavullar içinde Silivri savcılarına emanet edilseydi ne olurdu?
Düşünmek dahi istemiyorum.
Demek ki, o günlerde “Askerin yanında olmak” bugünkü gibi bir suç değilmiş.
Bunu da nereden çıkarıyorsun demeyin.
12 Eylül iddianamesinde bir tek gazetecinin adı geçiyor mu?

BİR GÜN ÖNCE MECLİS’TE NE OLMUŞTU

Hasan Cemal’in kitabı, 11 Eylül günü Cumhuriyet gazetesinin manşetindeki bir haberle başlıyor:
“Ankara’da kurşuna dizilen 2’si kardeş 4, Fatsa’da 3, Malatya’da 2 olmak üzere yurtta 17 kişi öldürüldü.”
Bu arada, Siirt’te çuval içine konan bomba patlamış. 5 kişi ölmüş.
Bu habere birinci sayfada yer bulamamışlar.
Çünkü birinci sayfada çok önemli bir haber daha var.
“TBMM dün de toplanamadı.”
O yüzden Cumhurbaşkanlığı seçiminin 115’inci turuna geçilememiş.
İyi mi...
Orası “Seçilmiş Meclis”in çatısının altındaydı.
Şimdi seçilmiş bir başka Meclis de, darbeleri ele almaya hazırlanıyor.
Kitapta, “zamanın ruhunu” anlatan çok güzel örnekler var.
Darbeler Komisyonu üyelerinin her birine tavsiye ederim.
Epey tanık var...

Meğer Bekir’in askerden yediği ilk fırça değilmiş

BEN, asker Bekir Coşkun’u ilk defa fırçalıyor sanmıştım.
Meğer ilk değilmiş. 32 yıl önce de Kenan Evren tarafından iyi bir fırça yemiş.
Olay Konya Orduevi’nde geçmiş. Bekir o sıralar Günaydın gazetesinin Ankara temsilcisi.
Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül Hak onuruna Çankaya Köşkü’nde bir ziyafet verilmiş. Gazete, yemekte kullanılan altın çatal bıçağın fotoğrafını büyük yayınlayınca, Evren Paşa Bekir’i çağırıp iyi bir azarlamış.
“Ne yani biz mi aldık bu altın bıçak takımı. Bizden öncekilerden kalmış” demiş.

UÇAKTA İKRAM EDİLEN SİGARAYI OKUYUNCA

Kitapta “zamanın ruhunun” başka ilginç fotoğrafları da var.
Mesela Evren’in dış gezilerine katılan gazetecilerle uçakta yaptığı sohbetler.
Ama benim en ilgimi çeken bir sigara muhabbeti oldu.
Evren, hafif bulduğu için Kent sigarası içtiğini söylüyor.
Bir gazeteci Parliament ikram ediyor.
Nedir bunda tuhaflık diyeceksiniz.
O dönemde yabancı sigara yasaktı. Ancak kaçak bulunuyordu.
Bu durumda gazeteci kaçak sigara içiyor. Devlet Başkanı kaçak sigara içiyor.
Ve kimse bunu yadırgamıyor.
Gel de sigara ithalatını serbest bırakan rahmetli Özal’ı saygıyla anma.

UÇAKTAKİ GAZETECİLERİN EVREN’E SÖYLEDİKLERİ

En ilginç sohbetlerden biri ise Kuveyt gezisi sırasında yaşanıyor.
Ünlü bir gazeteci “Terörün
bitmesinden dolayı milletin çok memnun olduğunu” söyleyince Evren, “Henüz bitmedi” diyor.
Ünlü gazeteci devam ediyor:
“Artık sokağa çıkabiliyoruz, Sayın Devlet Başkanım. Nefes aldık. Eskiden arabayla eve giderken akşamları hep tedirgindim. Önüme biri çıksa ezip geçeyim gibi düşünceler içindeydim.”
Güneş gazetesinin sahibi Ömer Çavuşoğlu, Evren’e “Millet size çok ümit bağladı. Sizi baba gibi görüyor” diyor.
Bunu söyleyen insanın, babasının 27 Mayıs darbesinden sonra Yassıada’da yargılandığını unutmayın.

PARTİLERİN KAPATILMASINA GAZETECİLER NE DEDİLER

Bu arada partilerin kapatılması gündeme geliyor.
Gazeteciler nasıl bir tepki mi veriyor?
Hasan Cemal şöyle özetliyor:
“Üç dört gündür yapılmakta olan yorumları hayretle okuyor ve dinliyorum.
Bütün partiler kapatıldı ve karar alkışlanabiliyor.”
E, ne diyeceksiniz.
Zamanın ruhu...
Peki bütün bunlar olup biterken, 33 yaşındaki ben ne yapıyordum.
Ecevit’in askeri rejime karşı yayınladığı “Arayış” dergisinde yazıyordum.
Bu arada bir düzeltme.
Kitapta birçok yerde “Ecevit’in imzasız yazdığı başyazılardan” söz ediyor.
Sevgili Hasan,
O yazıları, 6’ncı sayıdan itibaren  Ecevit değil, Nahit Duru ve Şahin Mengü ile tartışarak kararlaştırdık.
Ben kaleme aldım.
Küçük bir ayrıntı daha.
O derginin parasını da Aydın Doğan veriyordu.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)