Gerçek mutsuzluk, kibrin ve egonun arkasına gizlenerek yaşar. Bu mutsuzluğu layıkıyla yaşayan insanlar, kendi mutsuzluğu ve türlü sebepleri ile, birlikte yaşadıkları insanların hayatını da zorlaştırırlar. Bu insanlar belki komşu, belki arkadaş, belki de alelade karşılaşılan kişiler olarak karşınıza çıkar.
Bu tiplerle ne zaman ve nerde karşılaşılacağı hiç belli olmaz. Çünkü dünyayı salgın hastalık gibi sarmışlardır. Onlar kimseyi beğenmez, çünkü minik beyinlerini her şeyin doğrusunu bildiklerine inandırmışlardır.
Onlar mutlu olamadıkları gibi, etrafındakileri de mutsuz etmek gibi bir görev için dünyaya geldikleri düşünülebilir.
Hayatta hiçbir şey üretmezler, bütün yaptıkları üretenleri eleştirmektir. Her yapılanda bir kusur ararlar. Hiç tanımasalar da uzaktan bile eleştirmekten, kusur aramaktan vazgeçmezler. Sende bulacakları eksiklik ve kusur, onları 3-4 saniye kadar mutlu eder ki, hayatlarının tek mutluluğudur bu.
Anlatacak , paylaşacak hiçbir şeyleri yoktur. Sohbet konuları sadece ortamdan az önce ayrılmış arkadaşlarının dedikodusudur. Ne okudukları üniversite onları geliştirir ne de her sabah kahvaltıdan sonra resimlerine baktıkları Posta gazetesi… Köşedeki bakkal amcadan daha çok şey öğrenirsin.
Onlara göre herkes bencil ve saygısızdır. Ama işin ilginç tarafı, kimi bencillikle suçluyorsa onun bin beterini karşısındakine yaşatırlar.
Mutsuzluktan başka derdi tasası olmadığından, hobileri yaşadıkları ortamda problem çıkarmaktır. Açlıktan ölen insanlar için parmağını kıpırdatmaz ama sataşacak kimsesi kalmayınca, bahçıvanı işten çıkarmak için üşenmez imza toplar.
Hayatı boyunca para kazanmanın ne demek olduğunu bilmediğinden, harcamayı da bilmez. Zanneder ki zenginlik, evine gelen yardımcıya canını çıkartırcasına evini kıyı köşe temizletmektir. Zaten vazgeçemedikleri kadın günlerinin hiç değişmez konusudur.
Dedikodu yapmaktan yorulduğu zaman, başkasına parayla temizlettiği eviyle ne kadar temiz ve titiz olduğunu anlatır durur.
Depremde, insanların evleri sağlam olmadığından hayatlarını kaybederken, bu mutsuz insanlar, sapasağlam yaşadığı apartmanın ya boyasına takar kafayı, ya çimine, ya da suyuna, böceğine…
Bitmek bilmez istekleri, harcamalarıyla kaç kişinin karnını doyurabileceği paraları gözünü kırpmadan harcar.
Yine zenginlikten anladığı diğer bir konu da, senede birkaç kez değiştirdiği mobilyalarıdır. Evinin her adım noktasını, eşyalarla, plastik çiçeklerle döşer. Eşyaya köle yaşamlarını, sevmediği dostlarıyla paylaşır. Kimin evinde daha iyisini görse yine mutsuz olur.
Ama bu mutsuz kişilerin de iyi olduğu zamanlar vardır. Onlar çok iyi kötü gün dostudur. Ne zaman bir arkadaşı malını mülkünü, eşini kaybetse, yani dibe vursa önce kapıyı o çalar. Diğer dostlarına(!) anlatabileceği bir malzeme konusu olması için. Yine inanır ki, bir-sıfır öndedir.
Yalandan üzülür, ama işler tersine dönüp dibe vuran arkadaşı yükselmeye başladı mı, yine ondan mutsuzu yoktur, tek çare döner arkasını yürür gider…
O yine mutsuzluğuyla, egosuyla baş başa kalır… Her zaman yaptığı gibi ertesi gün bir arkadaşını arayıp görüşmek ister, yeni aldığı pahalı çantasını gösterir , bir iki insanı çekiştirir, birkaç dakika da olsa bu rahatlık ona yetecektir…