“Utana sıkıla, yüreğim çarparak, aylaklığın, şairane heyecanın tatlı saatlerinde, ruhuma dalga dalga dolan yaşamı, acıyı, umudu, özlemi gösteren sayfalardan bir kaçını dünyaya devrediyorum.” - E.T.A Hoffman
Hoffman, “Murr Kedi” adlı kitabında, marifetli kedisinin düşüncelerini, bir müzisyenin yaşantısına harmanlayınca, muhteşem bir dünya görüşü ortaya çıkmış.
Yukarıdaki dizeler bu kitabın önsözlerinden sadece bir tanesi.
Bir önsöz bu kadar edebi anlam taşıyorsa kitabı merak etmemek elde değil!
Tabii bu kitabın bizim zamanımızda yazılmadığı aşikar, 1820’lere ait bir kitap.
Bizim zaman genelde her mahallede en az üç-beş kişinin kitap çıkarabildiği zamanlar!
Evlerimiz, bilmemne hanım teyzelerin, çocuklarının, bozuk türkçeleriyle, günlük niteliğinde yazdıkları, hem de ismimize imzaladıkları kitaplarla dolu!
Okuyacak olsan vakit kaybı gibi geliyor. Okumasan başka türlü sıkıntılar...
“Nasıl buldun?” “En çok neresini beğendin?” vs gibi sorularla karşılaşma riski var.
Bir köşeye fırlatıp atsan, kendi çapında bir emek vermiş diye vicdanın el vermiyor.
Eskiden de bu işler bu kadar kolay mıydı bir bilene sormak lazım.
Şimdilerde bilmeyen varsa söyleyeyim
durum şu; ‘paramı veriririm, kitabımı çıkarırım, param yoksa da verecek birini elbet bulurum’
Kitapevleri ekonomik olarak başka türlü ayakta duramadıkları için, komik rakamlara bu kitapları basıp satışa sunuyorlardır.
Kitap okuyucusundan değil de kendini ‘yazar’ olarak görmek isteyenlerden para kazanılan bir devir.
Eminim eli kalem tutan bir çok insan, hayatının çeşitli dönemlerinde bir kitap çıkarmak istemiştir.
Biraz şarkı söyleyebilenin bir müzik albümü yapabilme hayali gibi.
Bu zamanda işler ‘paramı verir kitabımı çıkarır reklamımı yaparım ’ mantığı ile ilerliyor.
Paranın miktarına göre prestij artıyor, ün elde ediliyor yeri geliyor ödül bile alınıyor.
Eskiden hayal denebilecek kadar uzak görünen şeylere çok çabuk ulaşıyor bir o hızla da tüketiyoruz.
Bir şeyleri bu kadar çabuk elde ediyor oluşumuz bir kazanç gibi gözükse de aslında değil, çünkü işin sonunda iyiyi kötüyü ayırt edebilen insanlara alay konusu olma ihtimali de var.
Ama bu durum bile bu yozlaşan sisteme yarar sağlıyor.
Eleştiriliyor olmak, alay konusu olmak bile ‘reklamın iyisi kötüsü olmaz’ sözünü tasdikliyor.
Peki geriye ne kalıyor?
Gerence Koyu, Temmuz 2019