“Bütün hayatım boyunca beni en çok etkileyen kadın siyasetçi herhalde budur...”
Bu kadın İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’dı.
Biraz önce Çiller’in evinde kahvaltı etmiştik.
İlk fark ettiğim şey, elimi sıkarken hissettiğim tuhaf duyguydu.
Onun ne olduğunu, yıllar sonra okuduğum bir yazıda anlayacaktım.
Geçen cumartesi akşamı, onun hayatını anlatan “Demir Leydi” filminden çıkarken ise yine kendi kendime şunu soruyordum:
“Acaba o gün yanılmış mıydım?”
Aslında seyrettiğim filmdeki kadın, gerçekten demir bir insandı.
Meryl Streep’in çizdiği karakter kararlı, tavizsiz, zaman zaman hoyrat ve acımasız bir kadındı.
Ama o karakterde insana ait hiçbir şey yoktu. Sanki, 11 yıl İngiltere’yi yönetmek için imal edilmiş güçlü bir android vardı karşımda.
Ve ne yazık ki, insani tarafı ancak Alzheimer onun hatıralarını çalmaya başladıktan sonra ortaya çıkıyordu.
Peki öyleyse kimdi bu kadın?
Bu merakla tekrar okumaya başladım.
Üst üste 3 seçimi kazanmış. Dördüncüsünü de kazanabilecekken, kendi partisi tarafından indirilmiş.
1975’te yüzde 27 ile aldığı enflasyonu, 1986’da yüzde 2.5’a indirmiş.
Dünyanın en güçlü sendikalarını dize getirerek, İngiltere’de grevlerden doğan işgücü kaybını 29 milyondan, 1.9 milyona geriletmiş.
Binlerce kilometre uzaklıktaki küçücük bir ada için savaşa girerek, kazanmış.
“Devlet iyi bir işadamı değildir” diyerek, dünyanın en önemli özelleştirme oparesyonunu başlatmış.
Vergileri yüzde 90’dan yüzde 40’a çekmiş.
Bu nasıl bir kadındır? İngiliz toplumu bir bakkalın kızından, nasıl böyle bir demir leydi imal etmiştir?
Bakkal baba, aynı zamanda dindar bir vaiz. Kızları haftada iki defa kiliseye gidiyor.
Her iki kızı da haftada 2 kitap okumak zorunda. Bunlardan biri mutlaka “Non fiction”, yani edebiyat dışı kitap olacak.
Aynı zamanda ev kadını olmayı bilecek.
Demir leydi olarak tasarlanmış bir kadın için “erkek” nedir?
Onun için erkek sadece “koca”, evlilik sadece çocuk yapmanın meşru ortamı mıdır?
Bu yazıdaki bilgileri Vanity Fair dergisinin Aralık 2001 sayısında, Charles Moore’un yazdığı biyografiden yapılan özetten aldım.
Muhafazakâr bir kadın o fotoğrafçıya niye poz verir
SİZE de şaşırtıcı gelebilir ama, Thatcher her şeyden önce evinin kadınıydı.
Yönetim felsefesi şuydu:
“Evi yönetmenin zorluklarını bilen bir kadın, ülke yönetmenin zorluklarını da bilir.”
Her seçim kampanyasını, bir süpermarkette alışveriş yaparak başlatıyordu.
Süt ve yoğurt fiyatlarını en az Demirel kadar iyi biliyordu.
Ama evde davet verdiği zaman, yemekler genellikle, civardaki Marks and Spencer mağazasının hazır yemek bölümünden getiriliyordu.
KURAL BİR: GÜÇLÜ KADIN KADINI SEVMEZ
“Kadınlar kadınları sevmez” yargısını önyargı olmaktan çıkaran kadındı.
Etrafında hep erkekler olsun isterdi. On bir yıl boyunca sadece bir kadın bakan tayin etti ve o da uzun süre kalamadı.
Bir yemekte en sevdiği bakanına ve eşine teşekkür ederken, karısının adını çıkaramadı.
Beğendiği erkekler genellikle şu özelliklere sahipti:
UZUN BOYLU, KUR YAPAN İYİ GİYİMLİ, ZENGİN ERKEK
Uzun boylu, iyi giyinen, çekici kişiler. Üst sınıftan gelmesi ve askeri bir geçmişinin olması da avantaj sayılırdı.
Peki aynı dönemde siyaset yaptığı erkeklerden hangilerini beğenirdi: Bir numara banko Ronald Reagan’dı.
Vanity Fair dergisi, “Thatcher kendisine kur yapılmasını severdi ve bunu Reagan’da bulmuştu” diye yazıyor.
Aralarındaki tek mesele ise şuydu. Reagan onu takdir etmek için “İngiltere’nin en iyi erkeğidir” dediği zaman, nazikçe, “Hayır, ben İngiltere’nin en iyi kadınıyım” cevabını vermişti.
İngiltere’nin en iyi kadınıydı, ama el sıkışma biçimi bir “güreşçininki gibiydi”.
Sıradaki erkeğin elini sertçe dışarı doğru iterek sıkar, hemen bir sonraki erkeğin eline geçerdi.
MITTERRAND: ONDA MARILYN MONROE DUDAKLARI VAR
Beğendiği öteki iki erkek Gorbaçov ve Mitterrand’dı.
Fransa’nın efsane cumhurbaşkanı da şu sözleriyle ona karşı ilgisiz olmadığını hissettirirdi: :
“Onda Caligula’nın gözleri, Marilyn Monroe’nun dudakları var.”
Belki de o Caligula gözleri sayesinde, siyasetin cinsiyet ayırımını çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyabiliyordu:
“Siyasette bir şeyin söylenmesini istiyorsan erkekten iste; ama bir şeyin yapılmasını istiyorsan, bir kadından iste...”
Erkekleri bir feminist gibi diz çöktürmüştü, ama “Womans lib’e hiçbir şey borçlu değilim” (kadın özgürlüğü hareketine) diyecek kadar da evinin ve içinin kadınıydı.
FOTOĞRAFLARINI ÇIPLAK KADIN SANATÇISI ÇEKTİ
Böyle olmasaydı, siyasi hayatının en parlak dönemine ait fotoğraflarını, çıplak kadınların en güzel fotoğraflarını çeken Helmut Newton’a çektirmesini neyle izah
edebilirdi ki...
Acaba onun içindeki “kadını” röntgenlememizi mi arzuluyordu?
Evet, Thatcher hâlâ beni en çok etkileyen kadın siyasetçi.
Siyaseti mi, yoksa demir leydi elbisesinin altında kıskançlıkla sakladığı kadınlığı mı bilmiyorum...
Zaman zaman da şunu düşünmüyor değilim:
Acaba her gerçek erkeğin, onu Caligula gözleriyle ezecek bir kadına mı ihtiyacı vardır?