Güney Kore deyince aklıma gelen ilk iki şey ilk fırsatta gidip görmek istediğim Seoul şehri ve kedi cafe’leridir. Elbette kozmetikten bakım ürünlerine, sokak lezzetlerinden K-Pop’a ve meşhur dizilerine kadar pek çok heyecan verici ve renkli şeyler de var. Korelilerin cilt bakım kültürlerine ve aksiyon dizilerine hayranım. Özellikle hangi diziler ve hangi oyuncular derseniz hemen size ilk göz ağrım olan Healer dizisi ve başrol oyuncusu Ji Chang Wook ve ardından da The K2 dizisi derim düşünmeden. Kendimi bildim bileli Uzak Doğu dövüş sanatlarına hayranlık duymuş biri olarak özellikle de Tang Soo Do sanatı ilgimi çekerken Healer ve The K2 dizileri favori listemde ilk sıraya yerleştiler.
günü diğer gününe uymayan bu şehrin mevsimleri de tarihi ve mitolojisi gibi sert ve asi geçer. Bugün asi bir havaya uyanırken, ertesi gün o hırçınlıktan eser kalmamışçasına pürüzsüz elleriyle sizi bileğinizden tutup içinizdeki kelebekleri uçurabilir. Şayet kış aylarında -35 dereceyi bulabilen dondurucu soğuklarında nefis sokak lezzetlerinden biri olan Tteokbokki’yi tadarsanız saniyeler içinde kendinizi günlerdir çöl sıcağında susuz kalmış ve kan ter halde bulabilirsiniz (Tteokbokki çok acı Kore soslu bir pirinç kekidir).
Bu harika şehirle ilgili sizlere aktaracak satırlar dolusu bilgi varken şimdilik bunu bir sonraki makaleme bırakıyorum ve havasıyla, edasıyla tozu dumana katan bu milletin ilginç mitolojisine geçiyorum.
Kore mitolojisi, Kore Yarımadası'nı çevreleyen dört tarafın ulusal efsaneleri ve halk hikayelerinden oluşur ve oldukça güçlü bir sözlü anlatım tarihine sahiptir. Bu mitolojiye göre başlangıçta dünya yoktu. Yul-ryeo adlı bir tanrı ve Mago isimli bir tanrıça vardı. Mago iki tanrıça doğurdu; Gung-hee ve So-hee. Bunlar da iki cennet adamı ve iki cennet kadını doğurdular ve Yul-ryeo ölünce cennet insanları onu yeniden hayata döndürüp onunla dört elementi meydana getirdiler. Ardından bu dört element birbiriyle karıştı ve bitkileri, kuşları ve hayvanları meydana getirdi.
Cennet ataları ses çıkartmadan konuşabiliyor, görmeden hareket ediyor ve hiç ölmüyorlardı. Böylece rahatsız edilmeden on bin yıl yaşadılar. Ardından insanın sayısı arttı ve içtikleri dünya sütü az gelmeye başladı. İçlerinden biri asma uçurumunda açlıktan ölecekken onun meyvesinden yedi ve yer yemez acı, tatlı, ekşi, baharatlı ve tuzlu dediğimiz beş tat olayı meydana geldi.
Kısa bir süre sonra büyük bir kıtlık yaşandı ve herkes doyma çabasıyla yalnızca üzümleri değil, her türlü bitkiyi ve hayvanları da yemeye başladı. İnsanlık, saf doğasını kaybediyordu. Hwang-gung, ona ailesinden kalan cennet yadigarını ve üç bin kişiyi de yanına alarak kuzey dağlarına çıkmak için oradan ayrıldı. Gittiği yerde bin yıl hüküm sürdü. Oğulları ise ateşin ve güneşin gücünü onlara kullandıran cennet yadigarı ile kendi hükümdarlıklarını kurdular ve insanlarına ateşi evcilleştirerek yemek pişirmeyi öğrettiler. Bol güneş ışığı ile güzel hava sağlayarak coğrafyalarını bereketli hale getirdiler.
Kore Mitolojisi’nin ilk bölümünde sizlere mitolojik inançlarına göre yaratılışı ve süreçlerini aktarmaya çalıştım. İkinci bölümde efsanevi mitolojik yaratıklardan ve doğaüstü güçlere sahip isimlerden bahsedeceğim. Ayrıca ikinci makalede yine Güney Koreliler ve Seoul şehri hakkında da sizlere bilgiler vermeye devam edeceğim. Özellikle K-Pop kültürü, diğer müzikler, sanat, Kore yemekleri ve Korean Drama severler için en kısa zamanda yine buradayım.