Sanrı: Gerçekte var olmayan şeyleri görmek ve işitmek gibi dayanaksız algılama.
Rezonans: Yansıma, titreşim.
Eğer spiritüel içeriklerle ilgileniyorsanız Pierre Franckh’ın 2010 yılında yayımlanan Rezonans Kanunu kitabı rezonans alanınıza girebilir. Ancak bu konuda tecrübeliyseniz ve daha önce konuyla ilgili yeterince akademik içerik ve doğru kaynak okuduysanız bu kitabın tam anlamıyla bir süpermarket kitabı olduğunu hemen anlayacaksınız. Hani 2000’lerin meşhur süpermarket kitabı olan The Secret ile aynı yolda yürüyen aynı algı oyunlarıyla okura ulaşmayı hedefleyen ve kitlesi açısından da aynı gruplara hitap eden bir kitap olmuş.
Kitaba meraklı bir şevkle başlamıştım fakat daha birinci bölümün başlarında geri kalan sayfaların bana ne getireceğini anlayıp kendimi hızlı okuma moduna alıp bitirdim. Bitirdiğimde, kitap ilk düşüncemi tasdikleyerek verilen parayı hak etmediğini kesin bir açıklıkla doğrulamış oldu.
Rezonans Kanunu, kendinden önce yazılmış binlerce aynı içeriği farklı bir strateji ile satmaya çalışan ve son sayfasına kadar birbirini tekrarlayan alıntılarla dolup taşan bir kitap. Benim için bu kitap ne bir kurgu ne de kurgu dışı. Benim için bu kitap bir sanrı kitabı. Tam olarak makaleye verdiğim başlığın manasını sonuna kadar hak eden bir kitap: Sanrı Rezonansı
Kitapta sayfaların neredeyse hepsinde sizi bir anlığına duraklatarak zihninizde yeni bir çığır açacakmış gibi etki yaratması beklenen bir dolu takvim sözü var. Siyah kalın puntolarla yazılıp siyah çerçeve içine alınmış tam anlamıyla okurun algısı üzerinde çalışmaya yönelik bir editoryal çalışma. Yayıncıların en basit pazarlama stratejilerinden biri aslında:
En basit şeyleri süsleyerek ve tekrarlayarak okurun zihnine adeta bir çivi gibi çakmak.
Bakın aşağıya kitapta geçen birkaç takvim sözü bırakıyorum. (1937’de yazılan Düşün ve Zengin Ol ile 1952’de çıkan Olumlu Düşüncenin Gücü kitaplarına aşina olanlar en az yetmiş yıldır bu sözlerin nasıl yaşamımıza girdiğini ve çoktan eskimiş olduklarını hatırlayacaklardır.)
“İmkânsız, sadece onu kabullendiğimizde var olur.”
“İstediğiniz kişi olabilseydiniz kim olmayı isterdiniz?”
“Benzer olan her zaman benzerini çeker.”
“Ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.”
“Kalbimizle dünyayı değiştirebiliriz.”
“Katı madde diye bir şey yoktur, sadece enerji vardır.”
“İç dünyamızda zaten sahip olduğumuz her şey dış dünyada da bizi bulacaktır.”
İyi bir marketing çalışması ile hedef kitleniz üzerinde başarılı olabilirsiniz. En doğru zamanda doğru yerde olarak. Mesela şimdilerde Türkiye’de kitabı on dört yıl sonra çok satanlar rafına taşıyarak!
Kitap 2010 yılında yayınlanmış ve aynı yıl Türkçeye çevrilmiş. Dünya piyasasına baktığımızda istenilen popülerliği yakalayamadığını görüyoruz. En iyi yorum sitelerinde 1-3 arası puanlanmış ve oldukça da ağır ve acımasız eleştiriler almış. Hak vermiyor değilim; bu minvalde yazılmış binlerce kitap var. Eskiyi süsleyerek yeniden satma stratejisi de artık bilinçli ve iyi okurlarda işe yaramıyor.
Buna rağmen Türkiye’ye bakınca bu tarz kitapların uzun yıllar çok satanlar rafında durabiliyor olması çok üzücü. Pazarlama denilen sektör öyle bir şey ki hangi kitabın hangi dönemde ortaya çıkarılması gerektiğini çok iyi bilir. Stratejik bir hamleyle on dört yıl önce yazılmış ve içeriği eskimiş bir kitap şu an Türkiye’de epey revaçta. Hem maddi hem manevi olarak kendilerini zayıf ve çaresiz hisseden bireyler ve toplumlar her çağda bir kurtarıcıya ya da bir mucizeye ihtiyaç duymuşlardır. Toplumlar üzerinde doğru zamanda algı kuşatması başlatırsanız pazarlama stratejiniz başarıya ulaşır. Kitap daha ilk sayfasında “Kim olmak isterdin?” Diye başlıyor. Ekonomik kriz, alım gücünün düşmesi, toplumun sosyal medya araçlarında sanal hayatlara her geçen gün bağımlı hale gelmesi ve bu soru karşısında kim olmak istediğine karar verip düşünce gücüyle kalp enerjisiyle ona ulaşacak olması büyülü bir gerçek gibi karşına çıkıyor.
Çünkü insanların umuda ve inanmaya ihtiyaçları vardır. Uzun süren endişe, belirsizlik, gelecek kaygısı ve sevgisizlik, bireyleri içinden çıkamadıkları adeta kör düğüm olmuş bir yaşamın dipsiz kuyusuna iter. Ona umut verecek bir el arayışına girmesi de kaçınılmaz olur. İşte doğru zamanda doğru yerde bu arayışın ana karakteri olabilirseniz elinizdeki her şeyi gözü kapalı satar, bir de üstüne çok para kazanırsınız.
2006’da Türkiye’yi kasıp kavuran The Secret kitabına bakalım. İnsanları materyalist, bencil, kolay yoldan başarı ve paraya ulaşmaya teşvik eden, yer yer ırkçılık yapan, sığ bakış açısını destekleyen bir içeriğe sahiptir. Oldukça ucuz, kötü bir kitaptan ziyade tehlikeli bir kitap bana sorarsanız. Gizli güçleriniz var ama siz henüz bilmiyorsunuz ve kitabın yazarı size bir sır veriyor ve o andan itibaren hayatınız tümüyle değişiyor. Artık gerçek aşkı bulmak, zengin olmak avucunuzun içindeki o sırda saklı. Hayatın sırrını çözdünüz bir nevi. Düşünce ve olumlama gücüyle hayatınızı değiştirip dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebileceksiniz. Bugüne kadar bunlara sahip olamadınız çünkü düşünceleriniz yüzünden enerjiniz farklı kanalize oldu ve doğru yerlere ulaşmadı. O halde yazara göre, tecavüze uğrayan, öldürülen, sakatlanan, işkence gören vb. insanların hepsi olumsuz düşünceleriyle bu felaketleri kendi başlarına getiriyorlar.
Evet, her şey enerjiden ibaret. Enerjinin gücü karşısında aksini iddia etmek bilime de inanç sistemine de yüz çevirmek olur. Bu konuda doğru kaynakları baz alarak söylenecek çok şey var.
Ve son olarak; bu kitap hakkında fazlasıyla pejoratif kavramlar kullanmış olabilirim fakat şunu tartışmasız kabul etmek gerek: sıkıntılı bir iç dünyan ve dış yaşamın varsa şüphesiz sana en iyi gelecek kitaplardan biri olacaktır. Seni birkaç hafta algın üzerinden etkileyerek olumlu düşüncelere itecek ama sonra ekonomik, ailesel veya sosyal sorunlarınla yüz yüze geldiğin bir anda hiç de işine yaramayacaktır. Seni bir süredir heyecanlandıran, gözlerini ışıldatan o kitap artık bir hayal kırıklığıdır. Bu da bireyde depresif bir akut süreci başlatacaktır.
Ne yazık ki bu kitap da insanlar üzerinde belirli dönemlerde belirli zaman dilimleri için algı oyunlarına başvuran, kısa süreliğine umut aşılayan ama kalıcı olarak başarılı olamayan kitaplardan biri. Kitap seçimleri konusunda ve içeriğine adeta bir mucizeymiş gibi inanma hususunda daha bilinçli olalım. Çok kitap okumak kaliteli bir okur olmak değildir. Bu türe merakı olanların daha akademik ve kaynakları belirtilmiş bilimsel içerikler okumalarını tavsiye ederim.