Herkes bugün dünyada insanlığa dair pek çok şeyin eksildiğinin birçok şeyin yolunda gitmediğinin binlerce şeyin özünün bize gösterildiği/öğretildiği gibi olmadığının farkında. Dünyayı yeniden kaleme alan, yeniden şekillendirmek, rengini değiştirmek için fırçasını kapan sayılı bir zümre var. Kalemler bu kez bildiğimiz türden kurguyu yazmıyor; karakter ve olay örgüleri tam bir kâbus. Ressamların paletindeki renkler artık gri ve siyahtan ibaret; denizlere bakarken huzurlu maviyi görememek acı veriyor. Hepimiz değilsek de birçoğumuz olan bitenin ne anlama geldiğini biliyoruz yani çürümenin farkındayız.

Bireysel ahlakın toplum üzerindeki etkisi yadsınamayacak kadar önemlidir. Bireylerdeki ahlaki çöküş zamanla içinde yaşadığı toplumun kolayca çürümesine ve kitlesel dejenerasyona, başarısızlıklara, körelmelere, sağırlığa ve daha onlarca gerilemeye neden olur. Bir milletin zihninde başlayan kirlilik çok kısa zamanda kalbini de küflendirecektir. Nihayetinde kavrayabilenler için ahlak, insanın sağırlığına da körlüğüne de vicdanına da en iyi en tesirli rehberdir.

Şu günlerde Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bireysel ve dolayısıyla toplumsal açmazlar nedeniyle çoğumuz yeniden yaşamı, aileyi, maneviyatı, insanlığı, vicdan ve güven gibi olguları sorgular haldeyiz. En temel ihtiyaçların başında gelen beslenme hususunda son günlerde dehşet verici duyumlar alıyoruz. Eminim Türkiye’nin pek çok kesiminde bir bulantı başlamıştır. Detaylara girmeyeceğim; duyduk duyacağımız kadarını.

Zaten Türkiye’nin ne zaman gıda kalitesi yeterince güvenilir ve sağlıklı olmuştu ki? Ne zaman toplumun genel refahı iyiye gitmişti ki? Alım gücü düştükçe düşüyor, nitelikli aile ve sosyal yaşam neredeyse kalmadı gibi. Bunlara etkinin başında ekonomik özgürlükler ve sosyal medya elbette geliyor. Mental hastalıklar, zihinsel gerilemeler, manevi bozukluklar had safhada. Türkiye’nin farklı bölgelerinde ama özellikle son bir yıldır Ege’de muhtelif yaşlardan insanlarla karşılaştığımda fark ettiğim şeyler hep aynıydı. Önemli saydığım birkaç hususu belirtmek istiyorum:

·        İletişim sorunu: Türkiye’nin genelinde küçük-büyük mahallelerde, turistik ilçelerde, televizyon programlarında, eğitimcilerde, iş insanlarında, üniversite öğrencilerinde, kısaca her yerde her sektörde rastladığım yaygın bir sorun. Anlatmak istediklerini cümlelere dökememek yani kendini yeterince ifade edememek, bağ kuramamak, karşısındakini dinlememek, dinlediğini anlayamamak, sürekli lafı bölmek-lafa karışmak, küsmeye yeltenmek, yargılayıcı cümlelere yatkın olmak, beyin okumaya çalışmak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak vb.

·         Aşağılık Kompleksi ve Kıskançlık: Kendini birçok konuda yetersiz görme ve değersiz hissetmenin tam karşılığıdır aşağılık kompleksi. Bu kişilerde oldukça düşük bir özsaygı da vardır. Kazara yeni bir komşuya veya iş yerinde yeni birine denk geldiklerinde tabiri caizse elleri ayakları birbirine dolanır. Tek ayak üstünde kırk yalan söyleyebilirler. Söylerler çünkü aşağılık kompleksine bağlı olarak Mitomani gelişir. Yeni komşusuna kendiyle, eviyle, ailesiyle, işiyle hatta kullandığı bazı ev eşyalarına kadar yalan söyler, abartır ve kendilerini olduğundan farklı göstermeye çalışırlar. Bu arada Mitoman bireyler kendi yalanlarına da inanırlar ve çevrelerini pek güzel kandırabilirler.

Hemen her yaşta bu iki tip insanla çok sık karşılaşmaya başladım. Benim gibi uzmanlık alanınıza giriyorsa tecrübe sahibiyseniz veyahut biraz bu konularda okuduysanız bir iki ayaküstü sohbetin ardından aranıza güvenli duvarı örersiniz. Ancak aksi durumda sizi bezdirir ve günlük rutininizi bile huzursuz hale getirebilirler. Yukarıda verdiğim ve toplumda çok yaygın görülen bu iki madde ile ilgili muzdarip olmamak ve önlem alabilmek için psikoloji kitaplarını okuyun (Özellikle kişilik bozuklukları ve iletişim sorunları ile ilgili) ve bu konularda internetten bolca makale bulup irdeleyin derim.

Velhasıl ahlaki ve mental çürüme yaşayan toplumları bireysel ele almak gerekir. Bu çürümeler genetiktir, ardından çocuğun ailesindeki birinci rol modelidir yani anne-babadır. Bununla birlikte anneanne, babaanne, dede, bakıcı vb. çocukla sık sık vakit geçiren yakınlar devreye girer. Akabinde bunu yedi yaşına kadar olan okul öncesi eğitim süreci yani eğitmenleri izler. Çocuğun yani bireyin zihnine-bilincine, bu yaş aralığında fark edilenden çok daha fazla yaşam tohumu ekilmiştir. Birey, genetiğinden ve bu yaş aralığında sık muhatap olduklarından aldığı sayısız bileşenle yetişkinliğe erişir. Genetiğin ve tohumların ne derece güçlü-zayıf, ahlaklı-ahlaksız, sağlıklı-sağlıksız vb. olduğuna bağlıdır bireyin erginlik hayatı. Olgunluk safhasına erişen bir birey kendindeki ahlaki ve mental eksiklikleri ve zayıflıkları fark edip iyileşme yolunu seçerse bu en çok görmek, duymak istediklerimizdir. Ama çürüme toplumu tehdit edecek seviyeye ulaşırsa ve bireyde olumlu süreçler baş göstermezse bunun çözümü rehabilitasyon merkezleri ve/veya tehdidin boyutuna göre ceza merkezleri olmalıdır.

Yine, yeniden hep aynı şeyi söylemek gerekiyor; bilinçli ebeveynler ve doğru eğitim şart! Narsist, histerik, psikopat, sosyopat, şizofren, özellikle erkeklerde yaygın görülen Amok hastalığı yani cinnet hali, özsaygısını yitirmiş mitoman bireyler ve sonucunda da çürümüş bir toplum istemiyorsak önce bilinçli, doğru eğitimi ailede verip sonra yetkililere bırakmak gerekiyor. Bir devletin aile ve eğitim sisteminde sıkıntılar varsa giderek de açmazlar büyüyorsa ciddi önlemler almak için büyük adımlar atma vakti gelmiştir.