İstanbul, kimine göre vatan kimine göre aşk...
Gurbetteyseniz vatan hasreti çeker, özlem duyar ve sevdiklerinize kavuşmanın hayaliyle yaşarsınız. Sabahları ekmek fırınından aldığınız, mis gibi kokan sıcacık ekmeğin size dünyaları ifade ettiğini, soğuk kış günlerinde, tir tir titreyerek kenarında gezindiğiniz denizin, her baktığınızda içinizi ısıttığını, İstanbul’da yaşayan birisine anlatsanız, “aklını mı oynattın?” der muhtemelen.
Kalabalık, trafik ve yoksulluktan bıkmış insanların asla sevemediği ve nefret ettiği bir şehir iken, ırak düşenlerin de, taşına toprağına kurban olup, doya doya yüz sürmek istediği şehir, İstanbul.
Cinayetlerin, hırsızlıkların ve adaletsizliğin kol gezdiği bir şehir olarak nefret edilir birçok insan tarafından. Düzeni kurulamamış bozuk denklemlerin ve insanları çarpım tablosuna çevirip sömüren bir düzenin kurbanı olmuş aslında. Yoksa neden sevilmesin ki, böylesine sevda, böylesine tarih kokan bir şehir.
Ya İstanbul aşkı...
Galata köprüsünün üzerinde, oltaya takılmış bir balık düşüydü İstanbul kimine, kimine göre ise olta ucuna takılacak bir solucanın taşıdığı ekmek kavgası. Aslında tüm kavgalar İstanbul’a olan sevdadandı, herkes İstanbul’un Fatihi olmak için çıkmıştı yola, aşıkların yürek kavgasının adıydı İstanbul...
İstanbul, kundaktaki bebeğe anne kokusuydu aslında, eve dönen bir babanın getirdiği oyuncağın içindeki neşe habercisiydi.
Bekleyişti istanbul, özleyişti çokça... sabrın ve sonundaki selametin mimarıydı. Eteğine topladığı umutları eşit dağıtmak isteyendi, bölüşülen ekmek gibi fedakardı...
İstanbul’da atan tüm yüreklerin denize kıyısı vardır, dalga dalga düşer ve yayılır sevdalar maviliklere. Kız kulesinin aşkını besler her aşk biraz aslında...
Kime dokunsan, bir parça dökülür İstanbul’dan, her semtine dağılmıştır hüzün eşit miktarda, bu yüzden her sokakta aşk kokar, her kaldırımda bir aşkın ayak izi durur. Kayboluşlara uzanan sessizliklerin yürek sığınağıdır İstanbul, gözyaşlarına hapsolunmuş vuslatın habercisidir birazda.
Kimsesizlerin yalnızlığını sarmalayan anne kucağı, gövdesinde emin olunacak baba ocağı ve sevdalarında erinecek bir mum’du İstanbul. Düş'tü, onlarca suretin taşıdığı gülüştü, yar'dı istanbul, nazlıydı ve elleri titreyen bir sevgiliydi.
Tüm vedaların ardından boğazı yırtılırcasına feyat edendi...
Ellerimi sıkıca tutup beni bırakma diyendi. Hadi, sil gözyaşlarımı artık İstanbul... Hadi, bırakma beni bir daha, sımsıkı sarıl bana, yüreğimden vurgunum sana, gitmiyor bu kara sevda ne yapsamda... Bitmeyecek seninle olan bu rüya, bitmeyecek hiç İstanbul, anla...
Firak’a mahkum edilip, yüreğimi sızım sızım sızlatan, her gideceğim zaman diliminde, gitmeye korkarak hüzne boğulup kendimi kanattığım ve ayrılık vakti geldiğinde ise kopmak istemediğim şehirdi, İstanbul... Sadece İstanbul...
Yürek sevdam...