2001 yılında, MEB-YÖK işbirliği ile “Meslek Yüksekokullarına Sınavsız Geçiş” yasası çıkarılmıştı…
Bir yıl sonra uygulamaya geçirilen bu Yasaya göre; meslek liselerinden mezun ne kadar öğrenci varsa, istedikleri bölümlere sınavsız olarak yerleşeceklerdi.
Giresun Meslek Yüksekokulu, şimdiki Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulunun idari binasındaydı.
Bu yasa çıktığında, 10 dersliği vardı… 4 Bölümünde toplam 250 civarında öğrencisi bulunuyordu.
Sınavsız geçişin başlaması ile birlikte, geceli-gündüzlü 8 bölüm daha açılarak öğrenci sayısı bir anda 1300’lere tırmanmıştı.
Yeni bölümlere yerleşen bu öğrencilere ders verecek hoca yoktu… Derslik yoktu… Atölye ve laboratuvar da yoktu…
Yemekhane, kantin, kütüphane zaten yoktu…
KTÜ’ye bağlıydık…
Trabzon’dan yatırım bütçesi falan alamıyorduk… Personel maaşları ve cari giderler dışında para gelmiyordu…
Okul Müdürümüz Ahmet Şahin ve rahmetli sekreterimiz Mehmet Özdemir ile birlikte, ben de Müdür Yardımcısı olarak kara kara düşünmeye başladık…
Bu kadar öğrenciye, “oldu-bittiye getirilen bir yasa gereği” nasıl öğrenim verecektik?
O küçücük binada bırakın ders görmeye, ayakta durmaya bile yer yoktu…
KTÜ Rektörü, Vali ile görüşmemizi önerdi…
Son bir umut, rahmetli Ali Haydar Öner’e çıktık…
Durumun vahametini anlattık… Çaresizliğimiz yüzümüzden okunuyordu…
“Endişe etmeyin, yalnız değilsiniz… Biz ne güne duruyoruz!... Hafta sonu yerleşkeyi yerinde görelim… Kısa ve orta vadede neler yapabiliriz bir bakalım” dedi…
Giresun’a Üniversite kurmak için zaten yoğun bir çaba içindeydi… Başkanlığını Uğur Karaibrahimoğlu’nun yaptığı Vakfın Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte Cumartesi günü yerleşkeye geldi…
Mevcut binaları, teknik heyetle birlikte uzun uzun inceledi… Ölçtü, biçti… Yapılacak işleri bir bir raporlattı…
“Sayın Valim, Ekim ayı başında öğrenci gelecek, şimdi Haziran ayındayız… Zamanımızda yok, paramız da yok, nasıl olacak ki?” dedik…
Güldü… “O sizin sorununuz değil artık… O bizim sorunumuz… Şu atıl binayı tamamıyla derslik ve atölye yapacağız… Çalışmalarımızın yarısı Ekim ayına, diğer yarısını da gelecek öğretim yılına yetiştireceğiz” dedi… Ve devam etti:
“Hoca ihtiyaçlarınızı şimdilik meslek liselerinin tecrübeli öğretmenlerinden karşılayın… Talimat vereceğim… Tüm meslek liselerimiz, sizin ek binanızmış gibi hareket edecek”…
Dediği gibi de oldu… O çileli dönemleri rahmetli Valimizin desteği ve gayreti ile atlattık… Tüm sorumlulukları bizzat üstlendi… Sanki Rektörmüş gibi her talebimize çözüm üretti…
Kale yolundaki tarihi bina o dönem Valilik Makamıydı… Oradaki makam odasının girişine bir ağaç yerleştirdi. Soranlara da şöyle dedi:
Bu ağaç, “Giresun Üniversitesi” olacak, öğrenciler de meyvesi…
Herkesi o ağacı sulamaya çağırdı!...
Silah ruhsatı almak için bekleyen yüzlerce kişiyle pazarlık yaptı… İş adamları, esnaf, memur, çiftçi gibi bir çok kişinin bu Üniversite ağacına gönüllü bağış yapmasını sağladı…
Gazipaşa Yerleşkesi o bağışlarla onarıldı… Üniversite’nin ilk arsası o bağışlarla satın alındı… Üzerine Spor Bilimleri Fakültesi inşa edilen son arsamızın bedeli de o bağışlardan ödendi…
Üniversitenin kuruluşuna katkı vermek için dışarıdan getirilen önemli hocaların bir çok masrafı o bağışlardan karşılandı…
Valilik Makamının kapısına diktiği o ağaç, tayini çıkana kadar hep orda kaldı…
Gitmeden önce de, binayı tümüyle Üniversiteye tahsis etti…
“Vali her kurumun makamına oturabilir; Rektör ise oturamaz… Makam öncelikle ona lazım” dedi…
Kurucu Rektörümüz o tarihi binaya oturdu…
Üniversitenin kökü olan o ağacın gölgesinde, Ahmet Gürsoy hocamızın hazırladığı “Kökler ve Temeller” belgeseli ile açılış yapıldı…
Aynı yıl gravür sanatçısı Cemal Akyıldız’a binanın eskizi çizdirildi… O eskiz Üniversitenin ikinci bir logosu hala…
Perdesinden sandalyesine bir çok eşyayı vatandaş getirdi… Binanın tamamı halkın elbirliği ile donatıldı…
Makam aracını dolmuş şoförlerimiz bağışladı… Resmi plakayı da kendi elleriyle taktılar…
İmparatorluk yadigarı olan bu binanın işte böyle bir hikayesi vardı…
Giresun’un da böyle efsane bir Valisi!...
Ruhu şad, mekanı cennet olsun…
Fakat dışarıdan gelenler, o günleri yaşamayanlar bunu bilemez…
Ama biz biliyoruz…Hem de iyi biliyoruz…
Vefasızlık yapamayız…
Bildiğimiz şeyi de unutamayız…
Yıllar önce siz doğdunuz diye, dedenizin adınıza diktiği bir ağaç… Öyle kolay kesilebilir mi?
Velev ki ihtiyaç duyulsa bile… Velev ki o ağacın sahibi siz olmasanız bile…
Buna rıza göstermek veya sessiz kalmak öyle kolay mı?
Hoş olur mu?