Masadakilerden biri kendini tutamayıp, “Yuh artık hâlâ mı” diyor.
Kısa bir sessizlik düşüyor.
Etrafımdakilere bakıyorum.
30’la 40 yaş arasında 9 kişi...
“Yuh artık” tepkisi, en gencinden geliyor.
Yüzüne bakıyorum ve gülerek cevap veriyorum:
“Evet, korkuyorum. Gençliğimde de korkardım. 1994 krizinde de korkuyordum. 2001 krizinde kim bilir kaç gece kan ter içinde uyandım.”
Söylediklerimin etkisini arttırmak için kısa bir es verip devam ediyorum:
“Ama en çok şimdi korkuyorum. Ancak şu da dikkatimi çekiyor. Siz sanki korkmuyormuş gibi duruyorsunuz. Oysa daha fazla korkmanız lazım.”
KENDİMLE İLGİLİ BİR AYIBI AÇIKLIYORUM
Bu konuşma bundan bir ay önce Büyükada’da çok güzel bir butik otelin bahçesinde geçti.
Hürriyet yaratıcı görüşler ortaya koymak için “Fikir fabrikası” adı altında çeşitli gruplar oluşturdu.
6-7 kişilik gruplar küçük otellerde bir araya gelip iki-üç gün çalıştılar.
Benim grubumun adı “Vuvuzela” idi.
Çünkü, gürültü yapmak, maraza çıkarmak ve bu yolla yenilikleri teşvik etmek isteyen bir gruptu.
Bu arada küçük bir ayrıntı vereyim.
Büyükada’ya hayatımda ilk defa gittim ve kendimi İtalya’ya gelmiş gibi hissettim.
“Aya Nikola” isimli harikulade bir butik otelde kaldık. Çok sıcak bir ev sahipliği yapıyorlardı. Burnumuzun dibinde bu kadar harika bir kaçış mekânını bu kadar geç keşfetmek de ayıp oldu.
Ama ben bazı şeyleri çok geç keşfediyorum, bazılarını ise hiç...
Mesela araba kullanmayı bilmiyorum.
İlkokula gitmeyip, okuma-yazmayı kendi kendine öğrenen annem araba kullanıyor, ben yani bu sözde trend okuyucusu adam, bu çağda araba kullanmayı bilmiyorum.
Allah’tan benim gibi araba kullanmayı bilmeyen başka insanlar da var.
Şimdi gammazlık moda ya, hadi bir gammazlama da ben yapayım.
Sedat Ergin ve Hasan Cemal de araba kullanmayı bilmiyor.
Enis Berberoğlu 40 yaşından sonra öğrendi.
Ama benden duymadınız...
25 YILDIR BURADA ÇALIŞIYORUM AMA
Asıl anlatmak istediğim şey başka.
Bugünlerde Hürriyet binasında çok tuhaf şeyler oluyor.
Bu gazetede 25 yıldır çalışıyorum.
Gazetenin 64 yıllık tarihini çok iyi biliyorum. Ama bugüne kadar hiç böyle bir şey görmedim.
Tamam gazete taşınıyor. Daha önce de 2 defa taşınmıştı.
Ama bu defaki taşınma çok farklı.
Etrafta olup bitene bakınca anlıyorum ki, bu “taşınma” basit bir nakli hane değil.
Ben nehrin kenarında oturan sıradan bir gözlemciyim. Gördüklerimi aşağıda anlatmaya çalışacağım.
HÜRRİYET’TE ÇOK ÇOK TUHAF ŞEYLER OLUYOR
HÜRRİYET, Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’nın vizyonunda; Enis Berberoğlu ve bütün yönetimin heyecanıyla, 64 yıllık tarihinin en büyük değişimine hazırlanıyor.
Türkiye’de bugüne kadar yapılan bütün araştırmaların ortaya koyduğu değişmez bir gerçek var.
Sokaktaki insana “Gazete nedir” diye sorulunca, akla gelen ilk isim “Hürriyet”...
Oysa Hürriyet, artık bir gazeteden ibaret değil.
Uzunca zamandır, gazete dışında çok daha hızla büyüyen bir marka.
İnternet sitesi, bugün Kıta Avrupası’nın en büyüğü.
Bild gazetesini bile geçmiş durumda.
Hürriyet, dijital dünyanın en büyüğü. Her gün 5 milyon insana dokunuyor.
- Ama bu da yetmiyor.
Yenilenmek, yenilenmek, yenilenmek gerekiyor.
İşte bu amaçla Türk medya tarihinin en büyük dönüşüm projesi hazırlandı.
Eski binanın içinde akıl almaz bir heyecan ve canlılık yaşanıyor.
Hürriyet’te 25 yıla yakın yöneticilik yaptım. Hiç bu kadar büyük ve paylaşılan bir heyecana tanık olmadım.
30’a yakın komisyon harıl harıl çalışıyor.
Bugüne kadar ağzını açmamış genç insanlar büyük bir heyecanla konuşuyor, çalışıyor, fikir üretiyor.
En önemlisi, belki de ilk defa “kafa tutuyor”.
En şöhretli köşe yazarları, en genç gazetecilerle hafta sonu geçiriyor, bir masa etrafında konuşuyor.
Benim gibi epey de dayak yiyor...
İşin iyisi, yediği dayağın haklı olduğunu da kabul ediyor.
Çünkü, çok iyi yaptığımızı zannettiğimiz işi, aslında hiç de iyi yapmadığımızı yüzümüze söylüyorlar.
BANA ‘YUH’ DİYEN GAZETECİ ARKADAŞ
Şimdi geliyorum o, bana “Yuh” diyen genç gazeteciye...
“Bak arkadaş, bence sen de kork. Korku, canlıların en kuvvetli hayatta kalma duygusudur.”
Yanlış anlamayın, fikirleri söylemeye, yazmaya korkmaktan söz etmiyorum.
Siyasetten falan söz etmiyorum.
Şu sıralar ona hiç önem vermiyorum. Çünkü bu çağda baskıcı ortamlar uzun süre yaşayamaz.
Gelip geçicidir. İhtiyacımız olan tek şey, biraz sabırdır.
Asıl, “değişime ayak uyduramama” korkusunu anlatıyorum.
İşte o anlamda, bildiğimiz gazetecilik bitti. Bildiğimiz köşe yazarlığı bitti.
HENÜZ KURULMAMIŞ ANABİLİM DALI: MEDYA ARKEOLOJİSİ
İşte o nedenle artık bu medya mahallesinden taşınmak gerekiyor.Eski mahalleyi terk eden ilk değişimci güç Hürriyet oluyor.
Babıâli’yi ilk terk eden oydu.
İkitelli’yi de tarihe Hürriyet gömüyor.
Artık sadece bir Hürriyet gazetesi yok.
Dijital, 21’inci yüzyılda yepyeni bir zihniyet ve teknolojiyle, her gün milyonlarca insana dokunmayı hedefleyen bir Hürriyet Dünyası var.
Canlı, çağdaş, kıpır kıpır, heyecan alan, heyecan veren bir dünya.
Hürriyet büyüktü, en büyüktü; Bu değişim ve dönüşümle daha da büyük olacak.
Ya, “değişim” denince sadece günün egemen fikrini savunmayı anlayanlar?
Onlarla henüz anabilim dalı olmamış bir alan ilgilenecek:
Medya arkeolojisi...
(Hürriyet)