Sevgili Okurlar,

Önümüzdeki birkaç hafta sizlere, geçtiğimiz haftalarda katıldığım Hay House Publications’ın organize ettiği üç gün süren nefis seminer dizisinden bahsetmek istiyorum.

Yazımda, bu seminer dizisinin konuşmacılarının farklı söylemleri ve üzerinde durdukları önemli noktalar hakkında bilgi vermek istiyorum. Öncelikle 85 yaşına yeni giren ve tüm enerjisi ve dinamizmi ile harika bir konuşma yapan Louise Hay’ın önemle üzerinde durduğu nokta, sabahları kalktığımızda güne nasıl başladığımız idi. Özellikle her zaman önemle altını çizdiği  ‘şükür etmek ve takdir’ edebilmeyi sabahları yapmayı öneriyordu Hay. Sabah saatlerini nasıl geçirdiğimiz, günün diğer kalan saatlerini oldukça etkliyor diye devam ediyordu Hay. Örneğin, güne, gece sıcacık bir şekilde bizi kavrayan yatağımıza teşekkür ederek başlamak ne harikulade bir düşünce değil mi? Yataktan kalktıktan sonra ise, genel anlamda sahip olduklarımız için şükür edebilmek ve aynaya bakarak kendimize sevgi göndererek güne başlamak!

 Kendimiz ile olan ilişkimiz için yapmamız gereken en önemli noktalar ise Hay’e göre, kendimizi mümkün olduğunca çok sevmek, kendimize anlayışlı ve nazik olmak ve kendimizi her zaman desteklemek! Kendimizi acımasız bir şekilde eleştirirken bulduğumuzda ise, bu düşünceleri serbest bırakabilmek!

İlk günkü seminerlerin bir diğer önemli konuşmacısı ise, Bruce Lipton idi. Lipton,  bir fizik profesorü ve özellikle quantum fizik konusunda uzman bir kişi. Kendisi, medeniyetlerin canlı bir organizma olduğunu ifade ederek, tarihi bir yaklaşımla bize ışık tuttu. Belirtmiş olduğu tarihi yaklaşım içinde, özellikle 1953 yılında Watson ve Crick’in ‘DNA’ ile ilgili bulgularında sonra genlerin bizim hayatımızı kontrol ettiği yolunda bir görüş oluşmuştu. Bu görüşün devamı olarak, bireyler olarak bizler, dnalarımızın kurbanı olmaktaydık. Ancak fizikteki daha sonraki gelişmeler, bizlere bunun tersini ispatlamış oldu. Quantum atom’un, fiziksel anlamda bir parça olmadığını, sadece fiziksele benzediğini, atomun sadece ışıktan ibaret olduğunu ve fiziksel boşlukların bir bütünü olduğunu gösteren bulgular oluştu. Bu boşluk alanlarının da tek idarecisinin beyin olduğu bulundu.

Quantum fizikteki bütün bu bulguların sonucunda ise, genlerin bizim hayatımızı yönetmediği gerçeği, genlerimizin bizim kontrolümüz altında olduğu ortaya çıkmıştır. Bir başka değişle ‘beynimiz’ genlerimizin efendisidir! Bu bakış açısı ve bilgi, bizleri kendi genetik özelliklerimizi beyin gücümüzle değiştirebildiğimiz gerçeğine götürür. Bu müthiş bir bilgi değil mi sevgili okurlar! Bizler, hiçbir konuda ‘kurban’ kimliğine sahip değiliz.

Bu konunun yanı sıra, Bruce Lipton, hücrelerimizin, içinde bulunduğumuz ortama göre değiştiğinden bahsetmiştir. İnsan vücudu olarak pek çok hücreden oluştuğumuz için bu hücrelerin bulunduğu ortamın önemi oldukça fazladır. Bu noktada, dışarıdan gelen faktörler, bizim algımızı etkilemekte, bu algılarımız ise, bizim olayları yorumlamamıza sebep olmaktadır. Örneğin, sevgi dolu bir ortamda olduğumuzda, vücudumuz, dopamine, oxytocin, seratonin isimli kimyasal maddeleri salgılamaktadır. Benzer bir noktada, korku dolu bir ortamda ise, vücudumuz, cortisol, norephinephrine ve histamine isimli kimyasalları salgılamakta.

Bu noktada, stres konusunda Lipton’un verdiği önemli bir bilgiyi da sizinle paylaşmak istiyorum. Stress hormonlarının salgılandığı noktada, büyüme hormonlarımız işlevini kaybetmekte ve bağışıklık sistemimiz ise çökmekte. Stresin bir başka önemli etkisi ise, önbeynimizin kendisini kapatması ve dolayısı ile, beynimizi tam olarak kullanamamız. O zaman stres altında çalışan insanlar için ne diyebiliriz? Bu kişiler hem fiziksel olarak bağışıklık sistemlerinden dolayı rahatsızlanabilirler hem de beyinlerini tam olarak kullanamadıkları için çok da zeki olmayan kararlar verip, o şekilde davranabilirler.

Bunun yanı sıra, Lipton, özellikle 6 yaşından önce, beyin dalgalarımızın, bir nevi hipnotik bir durumda olduğunu ifade etti. Dolayısı ile 6 yaşından önce çevremizden gelen, ailelerimizin etkisi ile öğrendiğimiz tüm bilgi ve inançları beynimizi bir nevi bir hipnozdaymışçasına algılıyor. Bu bilgiler bilinçaltımıza gidiyor ve yetişkin iken, bunları tekrar tekrar hayatımıza çektiğimiz olay ve insanlar sayesinde görüyoruz. Bilinçaltımız, bilinçli beynimize göre çok daha fazla sayıda bilgiyi depoluyor. Saniyede 4 konuyu depolayabilen bilinçli beynimiz ise, saniyede  tam 40.000.000 konuyu da bilinçaltımız depolayabiliyor. Dolayısı ile, bilinçaltımız, bilincimizden tam bir milyon kat daha fazla güçlü.

Bilinçaltımız bizim davranışlarımızın %95 ini oluşturuyor, ancak bilinçli beynimiz ile %5 evreni algılayabiliyoruz. Dolayısı ile bilinçaltımızı programlamak çok önemli. Lipton’un aktardığı bir başka önemli bilgi ise, bilinçaltımızın doğum öncesi anne karnında %50sinin oluştuğu, doğumdan sonra 6 yaşına kadar diğer %50 sinin oluştuğu idi. Dolayısı ile, anne adaylarının hamilelik sürecinde çok dikkatli olması gerektiği, ve daha sonraki 6 yıl içinde de çocuklarının eğitiminde olumlu ve yapıcı bir şekilde davranması gerektiği idi.

Bruce Lipton’un harikulade sunumunun etkisi ile, bir kez daha beynimizin ve özellikle bilinçaltımızın önemini anlıyorum. Bilinçli beynimizden tam bir milyon kere daha güçlü olan bilinçaltımıza her zaman olumlu mesajlar gönderebilmek için düşüncelerimize, bulunduğumuz ortama çok dikkat etmemiz gerektiğini daha net anlamış oldum. Her zaman, her anlamda beynimizin gücünü kullanarak hücrelerimize dahi söz geçirebildiğimiz gerçeğini bir kez daha hatırlamış oldum.