19 Ocak enteresan bir tarih oldu vesselam.
Altı yıl önce 19 Ocak günü İstanbul’da uluslararası bir gazete editörleri toplantısına katılıyordum.
Mesaj geldi. Sessize almıştım cep telefonumu ama arka arkaya gelen mesajlar ve telefon etmekte ısrar eden meslektaşım sayesinde cep telefonunun pilleri titreşimden neredeyse tamamıyla tükenmişti fark ettiğimde ısrarla arandığımı. Dehşete kapıldım son mesajı okuyunca. Öncekine, daha öncekine baktım, onlarca mesajın konusu hep aynıydı: “Abi, Agos’un önünde Hrant Dink’e suikast yapmışlar; başın sağolsun!”
Hrant ile daha birkaç gün önce görüşmüş, ilkesel anlaşmaya varmıştık; daha birkaç gün önce genel yayın yönetmenliğini devrettiğim ancak kurumsal sözcü ve başyazar olarak devam ettiğim Turkish Daily News gazetesinde haftalık yazılar yazmaya başlayacaktı.
Yerimden kalktım, sessizce dönemin Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi ve hemen yanında oturan yine dönemin Hürriyet genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yanına gittim. “Haberi aldınız mı? Hrant öldürülmüş” dedim. İkisine de haber henüz ulaşmamıştı. Bir anda tüm salonda aynı haber konuşulmaya; lanetlemeler duyulmaya başlamıştı.
Korkunç bir olay; çok büyük bir kayıptı Hrant’ın öldürülmesi.
Doğrusu her zaman her konuda aynı görüşte olmamıştık; ama fikir hürriyeti de kabul etmesek de katlanamasak da farklı fikirlerin seslendirilmesi hakkını kendi fikirlerimizi seslendirmek gibi savunmak değil miydi?
Korktuğumuz oldu; altıncı yılında hala daha Hrant’ın bir genç tarafından “rasgele” mi öldürüldüğü yoksa Tranzon’dan İstanbul’a, jandarmadan polise, İstanbul valiliğine; Karadeniz milliyetçi yer altı örgütlenmesinden polis ve jandarma içerisindeki derin yapılanmalara uzanan bir cinayet çetesi mi katledildiğini Türk adaleti hala daha kararlaştıramadı… Bir genç güya cezalandırıldı; esas caniler hala daha aramızda serbest dolaşıyor.
Ne imiş? Çete faaliyetini tespit edememiş mahkeme ama galibe bir çete varmış… Ne demekse?
Bu ülke ve adaleti bir alem vesselam. Umarım bunu dedim diye 301’den dava açılmaz; malum gerçeği söyleseniz de gerçeği ifade etseniz de birilerine göre yaptığınız kurumları karalamak anlamına geldiyse yandınız… Ne diyorlar, kurumları karalamak da Türklüğün şanına aykırı…
Gurur cinayeti diyorlar ya? Hani ilkel topluluklarda görülür. Kız sağa baktı diye; ailenin istemediği adamı sevdi diye veya satıldığı 70 yaşındaki adama varmadı diye aile namusunu kurtarmak için aile kızı katletmeyi kendine vazife bilir… Eeh, Türk adaleti de böyle koruyor onurunu; “aykırı ses, yargıyı sorgulamak, adaletsizlikten yakınmak yassah hemşerim.”
Eeeh, yüzlerce omuzları bu ulusa hizmetle kalabalıklaşmış, kafasını on yıllarca bu halkın ferahı için patlatmış paşalar, gazeteciler, hocalar uyduruk kanıtlar; güya ortam dinlemeleri kayıtları; ikincil kanıtlarla hapse atılıyor. Yıllardır sürüyor davalar; kimileri dört hatta beş yıldır hapiste. Niye oradalar? Ya delilleri karartırlar ise? Ya kaçarlarsa?
Kardeş sen ne biçim adalet sistemisin ki bu kadar yıldır kanıtlarını toplayamadın, hala daha kanıtların karartılmasından bahsediyorsun? Allah aşkına gözetim kararını duyunca Ege tatilini kesip gelip teslim olan Kemal Gürüz hoca mı kaçacak, dünyanın bir numaralı organ organ aktarımı uzmanı Haberal Hoca mı?
Yapılmamış darbeden onlarca yıl hapse mahkûm edileler mi adaletin simgesi; darbe yapıp, anayasayı tümden kaldırıp; 50’den fazla genci “bir sağdan bir soldan eşitlik olsun” anlayışıyla asanları mahkeme salonuna bile getirilememesi mi adalet?
Bunları yazınca gazeteci, söyleyince TV programında kızıyor birileri…
Ne diyordu rahmetlik İnönü? Hadi canım sen de!
Altı yıl sonra, yine 19 Ocak, on binler Teşvikiye camiine ve avlusuna sığmamış, tüm yan yol ve caddeler insan akını olmuş… Niye bu kalabalık?
Bir gazeteciye son görev yapılıyor.
1984’de tabuları yıkıp “Kürt problemi bu” deyip, o dağ Türkü hikayesine, karda yürüyorlardı da, kart kurt diye ses çıkarıyorlardı da onun için dış mihraklar ayrım olsun diye onlara “Kürt”dedi hikayesine, “hadi canım sende” dedi. Kimdi o? İşte kalabalığın son hizmet için tabutunun arkasında toplandığı Mehmet Ali Birand, bir gazeteci…
1985’de bölücü terör örgütü çete reisi ile görüştü. Kıyamet koptu. Önce gazeteciyim” dedi. Doğru dedi, örnek oldu. 1997’de andıçlandı, birkaç diğer gazeteci ile birlikte. Güya bir terör çete reisi ifadesinde “bize bu gazeteciler yardım ediyor” demiş. Belli oldu sonra koca koca komutanların ne pis oyunlar oynayabilecekleri ama aylarca işsiz kaldı gazeteci…
Sonra döndü, devam etti aynı inançla “haberci” olmaya.
Bu iş çok mu ilkeli? Doğrusu her zaman siyasi duruşunu paylaştığım iddia edilemez. Bazı zamanlar ben de “olmaz bu kadar” dedim hatta şüphelendim “Şu Karen Fog’un çocukları hikâyesi doğru mu acaba” diye.
Latife bir yana, elbette gazeteciler arasında da defolu adam/kadın velhasıl satılık kalem çok. Ama cesaretle genelin dışına çıkmak ile satılık kalemleri de karşılaştırmamak lazım.
19 Ocak acı bir gün oldu vesselam…
KUTLARIM
Geçen Cuma günü bir ilk yaşandı Ankara’da. Havadis gazetesi Ankara’da, birçok büyükelçiliğin bulunduğu İran Caddesi veya diğer ismiyle protokol yolu üzerinde bir ofis açtı. Malum BRT’nin bir ofisi var ama ilk kez bir Kıbrıs Türk gazetesi Ankara’da ofis açıyor. Lütfettiler, davet ettiler ben de bu açılışta bulundum. Kutluyor ve hayırlı olmasını diliyorum.
(Star Kıbrıs gazetesinden alınmıştır)