Sevgili Okurlar,
Sizlere geçtiğimiz hafta gittiğim Fas’ta katıldığım ‘Yoga ve Meditasyon’ programı hakkında yazmak istiyorum. Sizlerle orada yaşadığım birtakım deneyimleri, öğrendiğim bir takım önemli bilgileri paylaşarak ışık tutabilmeyi arzuluyorum.
Bir hafta sürecek olan seyahatim öncesinde biraz araştırma yaparak gideceğim Essaouira ile ilgili ilginç bilgiler edindim. Fas’ta Marakeş- Marrakech-Tensift-Al Haouz bölgesindeki Atlantik okyanusunun kıyısında bulunan Essaouira Kartacalı Hanno tarafından M.Ö. 5 yy da ticaret limanı olarak iktisadi olarak gelişmeye başlamış. 18 yy.da bugünkü hali kurulan şehrin o dönemki sultanı olan III. Muhammed, şehri Marakeş’e yakın kurmak istemiş ve Fransız mimar ile çalışarak şehri bugünkü modern haline getirmiş. 19. Yya kadar Essaouire Fas’ın en önemli ticari limanı olmuş. Fas’ın dünya ile iletişiminin en önemli yeri haline gelmiş. Bugün ise, Essaouira, kalesi ve binbir fotojenik ortamı ile sanatçıları ve estetik açıdan bakabilen herkese ilham verecek derecede büyülü bir şehir olma özelliğini taşıyor. Tarihte baktığımızda, Orson Welles, Winston Churchill ve Jimi Hendrix’in bu şehrin rengine ve büyüsüne kapıldıklarını öğreniyorum heyecanla.
Yoldan geçerken gördüklerimden bazı manzaralar, küçük çoban çocukları, zarif zeytin ağaçları ve mor renkli çiçeklerin çevresinde dolaşan eşekler. Uzun süren çölümsü alanlardan sonra karşımıza çıkan deniz manzarası...Deniz manzarasının hemen ardından ise, bir anda başka bir görüntü, renkli sörfler ve renkli uçurtma sörflerinin dalgalanan renkleri… Okuduklarımın arasında Essaouira’nın son yıllarda uçurtma sörfçüleri için en popüler yerlerden biri olduğunu hatırlıyorum birden. Hatta Marakeş’de olmaktan sıkılan ve daha ilginç yerler arayan Avrupalı’ların burada ev satın aldıkları ve bölgenin değerini arttırdıkları da bir başka bilgi. Kuzey Afrika’nın gittikçe popüler hale gelen bir ufak şehir Essaouira.
1912 yılında Fransızların gelişi ile Essaouira’nın ihtişamlı ticari hali sönerek, daha bohem bir havaya sahip olmuş. 1950’lerde Orson Welles’in Othello filmine konuk olan, Jimi Hendrix’in şarkısına konu olmuş Essaouira. 2001 yılında Unesco tarafından ‘World Heritage Site’ alanı ilan edilmiş. Günümüzde ise, sanatçılar ve bohem Avrupa’lıların gözdesi haline gelmiş.
Her yıl Temmuz sonu organize edilen Müzik Festivali ise, 300.000 kişiden fazla müzikseveri ağırlıyor. Çingene müziği, Flemenko rock, Arap müziği, kuzey Afrika ve hatta Latin Amerika müziğinin dinlenebildiği harika bir karışım, kumsalda sabahlayarak keyifli yaşamak isteyen gençler için ideal bir yaz etkinliği haline gelmiş. Tiyatro perdesinde bir sahneyi andıran kumsal ve kumsala bakan küçük şirin kafelerde oturup kahve yudumlarken, Essaouire adeta sizi kendi evinizdeymişçesine sarmalıyor.
Essaouire isimli küçük bir liman kasabasında bir grup öğrenmeye açık, yeni deneyimlere hazır hanım olarak kendimizi bulduk! Hepimiz çok farklı dünyalardan kopup gelmiş, kimimiz ailelerimizi, kimimiz yaralı yüreğini, kimimiz son zamanlarda çok sıkıldığı işini, kimimiz üzülerek başka bir şehire uğurladığı çocuğunu arkasında bırakarak bir araya gelmiş bir grup olmanın renkliliğini yaratmış olduk. Grubumuz, Londra’dan, İskoçya’dan, İrlanda’dan ve İtalya’dan gelerek yeni bir kültür ile tanışma sevinci ile dolu hanımlardan oluşuyordu.
Yolculuğum, uçaktan inerek, Afrika’nın sıcağına merhaba demem ile başladı. Adeta havalanının civarı dahi baharat ve tatlı şekerli kokularla doluydu. Kalacağımız otele bizi götürmek için bekleyen şoför ile maceralı bir başlangıç yaparak, arabamıza bindik. Maceralı başlangıç, havalanında müşteri için bekleyen taksi şöförlerinin bizi bekleyen şoför ile tartışması idi. Ancak bu tartışma kaba kuvvet kullanma noktasına geldiğinde birden, ben ve benimle beraber yolculuk eden üç İngiliz hanım oldukça endişelendik. Dilini bilmediğimiz ve koyu bir konservatiflikle çevrili bu ortamda bir an için nasıl bir tutum içinde davranacağımızı bilemedik. Ancak zamanla tartışma son buldu ve bizler, arabaya binerek, yolcuğumuza başlamış olduk.
Essaouire isimli küçük sahil kasabasına üç saatlik yolculuktan sonra varmış olduk. Yolculuk esnasında çevremizde sadece upuzun, kumdan alanlar, adeata çölü andıran alanlar görüyorduk. Yer yer develer üzerinde insanlar, primitif görünümlü ufak yerleşim yerleri, yıkık dökük benzin istasyonları vs. Sıcak ve kahverengi bir bulutun içinde hızla ilerliyorduk sanki… Camdan dışarı baktığımız her an aynı manzara, sadece kahverengi bir enerji ve bir yanık kokusu sarmalamıştı hepimizi.
Sonunda deniz görünmeye başlamıştı, Essaouire isimli kasabaya doğru yaklaştığımızda. Sıcaklık neredeyse daha da artmış, ancak kahverengi ve sarı renklerin yanına maviler karışmaya başlamıştı. Tam bir liman kasabası görünümündeki Essaouire’ın girişinde arabadan inerek kalacağımız yere doğru bavullarımızla yürümeye başladık. İşte tam pop kültürünün çocuklarıydık biz. Daracık, gürültülü, rengarenk baharat çarşısında yürürken ilk aklımıza gelen ‘Sex and City’ filminin sahneleriydi. Üç İngiliz hanım ve ben gülüşerek kendimizi bir film sahnesinde bulduk sanki, rengarenk ayakkabılar sallanan küçücük dükkanlar, baharat ve sabun kokuları, renkli peştamaller ve her dilden bizlere seslenen esmer, sıcacık gülümsemeleri ile heyecanlı gözlerle etrafa bakınan ve anın keyfini çıkaran şirin satıcılar! Sokaklarda neredeyse hiç kadın görmüyoruz. Ayrıca Ramazan ayının getirdiği rehavet ile, küçük mağazalardaki satıcılar dahi yorgun görünüyorlar. Hatta bazıları adeta ayakta uyukluyor ama yine de biz turistlere bir oyun niteliğindeki sataşmaları yapmadan durmuyorlar! Yaklaşık bir on dakika yürüyüşten sonra kalacağımız otele heyecanla girdiğimizde yepyeni bir haftaya merhaba demenin sevinciyle odalarımıza çekildik.
Rengarenk, sıcacık, deniz kokusunun tuzlu serinliğini içimizde hissederek farklı deneyimlerle dolu bir hafta geçirdik. Kendi farkındalıklarımızı geliştirerek, birbirimizle alış verişlerimizden pek çok değerli bilgiler öğrenerek nefis bir yolculuk yapmış olduk kendi içimize. Her gün 4 saat yoga ve meditasyon yaparak, içimizde evreni ve tüm kozmosu hissedebilmek, bir nefes anında ve bir dakika içinde kendi içimizde nasıl da büyük devinimler yapabileceğimizi fark etmek bizlere sevinç, neşe ve keyif kattı. Bambaşka bir ülkede, farklı bir kültür ve ortamın içinde aynı amaçla bir araya gelen ruhlar olarak, önceleri nasıl da tedirgin ve çekimser isek, haftanın sonunda ise, bir o kadar yakın, samimi ve içten olduk birbirimize. Kendimiz olabilmenin ve koşulsuz kabulun o harika hissini yaşamış olduk pek çoğumuz.
Yoga hocamız da adeta bizim renkliliğimizi yansıtır ve batı ve doğu kültürünü yansıtır bir şekilde, bir süredir Fas’ta yaşayan bir Avrupalı idi. Bize, bulunduğumuz yerin özelliklerini anlatırken, şehrin o spiritüel enerjisini içimizde hissettik. Kasabanın tarihçesini, limanı ziyaret ederken dinledik hocamızdan. Rüzgarın sesi ve sıcaklığı ile sanki geçmişe gittik hepimiz ve orada bulunmanın tadını çıkardık.
Elbette ki, bu zaman zarfı içinde kendi enerjimiz ve farkındalık düzeyimize yakın kişilere çekilerek çok güzel dostluklar kurduk. Her birimiz, hikayelerimizden etkilendik, hatta kendimize dersler çıkardık. Açık ve pozitif bir enerji yaratarak birbirimizi sarmaladık ve kısa zamanda da olsa, bizi biz yapan türlü deneyimler yaşamış olduk.
Sevgili okurlar, işte bir grup ile yaratmış olduklarımız idi tüm bunlar. Yani dış dünyada yarattığımız tüm deneyimler bizlere ışık oldular. Ancak bizler biliyoruz ki, tüm dış dünyadaki deneyimler ve yaratılarımız bizim içimizdekilerin yansıması. Her birimiz ayrı ayrı kendi düşüncelerimiz ve duygularımıza denk düşen deneyimler yarattık. Korkularımız, endişelerimiz, sevinç ve heyecanlarımıza denk düşen olaylar yaşadık ayrı ayrı!
Yolcuğumuzun şimdiye kadar olan tarafı bahsettiğim gibi, bu görünenin bir yüzü! Gelelim diğer içsel yolculuğa…Ancak daha derinlere inmeden önce özellikle ‘yoga’ ve yoga yaparken yaşadığımız fiziksel değişime bir göz atalım.
Fas’a gitmeden önce, yoga ve nefes üzerine bilgilerimi tazelemek için biraz araştırma yapmak istemiştim. Bu esnada, elime Sermed Tezel’in ‘Nefesin Gücü’ isimli kitabı geçmişti. Tüm seyahatim esnasında yanımda idi ancak, günlerin yoğunluğu ile çok fazla okuyamadığım için İstanbul’a döner dönmez hemen okumaya başladım.
Sermed Tezel, hayatını yoga, tai chi ve nefes terapilerine adamış olan, bu konuda çıkarmış olduğu harika kitabı ile geniş kitlelere ulaşabilen değerli bir üstat idi. Maalesef ki, geçen sene kendisini kaybettik. Büyükadadaki evinde, doğa içinde sıcacık enerjisi ile bisikletinin üzerinde dolaştığı günler hala hafızamda!
Tezel’in kitabında, nefes ile ilgili çok önemli bilgileri paylaşıyor. İşte bunlardan bazıları; “Günde ortalama 21.600, yaşam boyu ise, 500 milyon kere nefes alıyor isek, bu eylem yaşamımızı ciddi bir şekilde etkilemektedir. Nefesin sihiri, oksijen tüketen ve karbondioksit dengeleyen hayati işlevinin yanı sıra, geniş bir oluşum yelpazesine sahiptir. Merkezi sinir sistemine giren tüm bilgi, duygu veya uyarıcılar içimizdeki fizyolojik, duygusal ve ruhsal işlevlerini ayarlayan bağımsız bir sistem tarafından bedende özümlenir. Doğru kullanılan nefes, otonom sinir sistemini dengede tuttuğu için tüm hastalıkların önleminde de en yararlı etkendir. Nefesimizi dinlediğimizde, bloke olan iç enerjimizi açabilir, bizleri yıpratan duygularla baş edebiliriz. Nefes, bize ileride oluşabilecek problemlerin sinyalini hemen verebilir. Her nefes, bize yaşamın değerini hatırlatır ve her nefesi aldığımızda, kendimizin farkına vararak alıp verdiğimizde, tüm sıkıntı, korku ve fizyolojik dertlerimizi nefes verirken attığımızda, kendimize sahip çıkmanın mutluluğunu yaşayabiliriz. Sadece fizyolojik bedenimiz değil, ayrıca tüm içsel varlığımız temizlenecek ve yaşam kalitemiz de aratacaktır.”
Yaşam tarzımızı sorgulamak ve nefes bilinicimizi yaşamımızın her gününe taşıyabilmek, bizlerin sağlıklı kalmasına ortam hazırlayan tüm oluşumlara sahip çıkabilmektir. İşte bu bilinç ile, tedavilere gerek kalmadan sağlık içinde yaşam menüsünden keyiflice yararlanmak mümkün olur!
Peki neler ortaya çıktı içimden, kalbimden, zihnimden? Farkındalıklarım neler oldu? Nasıl zenginleştirdim ruhumu bu zaman içinde? Kendime çok sordum, içime döndüm, keşfettiklerim yeni şeyler değildi asla yine, yeniden hatırladım, unutmama sözü verdim kendime!
Öncelikle her anın keyfine varmak, her nefesimizde, keyif alınacak ve güzelliği olan bir an vardır diye düşünerek onu özümsemek! Nefesimizi bilinçli kullanabilmek, tüm enerji kaynaklarımıza doğru nefes ile ulaşabileceğimize inanmak, fiziksel, psikolojik ve zihinsel enerji kaynaklarımıza nefesimizle ulaşabilmek! İç bedensel farkındalık ve zihinsel farkındalığa nefesimiz sayesinde ulaşabildiğimi görebilmek! Kendimizi, herkesi ve var olan her şeyi şartsız sevgi ile kabullenme ve tüm enerjilerle bütünleşebilme yaşadığımız her deneyimi en verimli hale ulaştırmakta! Doğru, yanlış, iyi ve kötü olarak ayrıt etmeden sadece var olan ile bütünleşebilmek, olana teslim olabilmek, akışın içinde, bütün evrenin sadece bir uzantısı olduğumu hissedbilmek! Sevgiye açık kalabilmek, hiçbir yargıda bulunmadan, içimizdeki çocuğun sevinçlerini ve heyecanlarını bastırmadan bu müthiş hediye olan yaşamımızda elimizden gelenini en iyisini yapabilme gücüne erişmek!
Kimi zaman her yeni bir gün ile, tüm öğrendiklerimi, tüm farkındalıklarımı yeni baştan yaratmak ve hatırlamak gereğini duyuyorum. Sanki her gün yepyeni ve boş bir sayfa ve her gün o sayfaya ayrı bir resim yapıyoruz. Kimi günler tamamen unuttuğumu, bilinçsiz bir şekilde saatlerimi geçirdiğimi fark ederken, kimi zaman ise, dengeli ve içsel huzura kavuşmuş etkin bir ruh görüyorum içeride! İç huzurun, merkezimizde kalabilmenin en değerli yetenek olduğunu tekrar tekrar anlıyorum!
Kendimizi alıp götürüyoruz uzaklara, bedenimiz, gözlerimiz, kalbimiz bambaşka yerlerde atıyor ama ruhumuz nerede? Ruhumuz nasıl? Ona kulak vermeden yaşanan her gün her an bir kayıp! Nereye gidersek gidelim, ruhumuzu tüm evrenle bütünleştirme çabasına girelim!!
Farkındaklıklar bitmiyor elbette, her an yeni bir mesaj, her an yeni bir başlangıç ve hepsinin yaratıcısının bizler olduğunu fark etmek! Ne müthiş bir bilgi! İç sesimizi dinleyebilmek, bir grupla beraber farkındalıklar yaşamak, çevremizdekilerden öğrenmek, kendimize ve kendi enerjimize sahip çıkabilmek!
‘Ne arıyorsan kendinde ara!’ Hz. Mevlana….
Evet bizler, bir şeyleri aramaya gitmiş bir gruptuk belki, ama aradığımız her şeyin içimizde olduğunu keşfetme zenginliğine ulaşabildik mi acaba?