Tek bir anlamı olması gereken cümlenin, okuyanına göre değişen çok sayıda farklı anlamı ortaya çıkıyor!...
“Türkçe” derslerimiz var malum…
İlkokuldan üniversiteye kadar, eğitim öğretimin her kademesinde ve her sınıfında zorunlu tutulmuş olan Türkçe ya da Türk Dili adındaki dersler…
İşte o derslerin okutulmasındaki en önemli amaç ne?
Tabi ki, “cümleyi” doğru anlayabilmek ve akabinde doğru “cümleler” kurabilmek!...
Konuya nasıl başlıyoruz peki?
Cümlenin öğelerini bulmakla… Yani; özne kim, nesne kim, yüklem kim?...
Özneyi bulmadan ne yüklemi anlayabiliyoruz, ne nesneyi, ne tümleci…
Her şey birbirine karışıyor…
Tek bir anlamı olması gereken cümlenin, okuyanına göre değişen çok sayıda farklı anlamı ortaya çıkıyor!...
Üniversitede Türk Dili dersimize giren Rahmetli Hocamız Prof. Dr. Nevzat Gözaydın’dan geçer not almak çok zordu…
Sınavda tek bir soru sorar, soruda da okuttuğu kitabın öznesini tek bir kelime ile bulmamızı isterdi…
Kelimeyi bulduysan notun 100 olur; bulamadıysan sıfırı basardı!...
Kendisi sosyal demokrattı; biz de güya milliyetçi-ülkücüydük… Zayıf alanların çoğu bizden olunca; Hocanın ideolojik davrandığını düşünüp ona çok kızardık!...
Halbuki, bizim grubun diğer gruplara göre daha az kitap okuduğu gerçeği ise hiç aklımıza gelmezdi…
…
Şimdi, Millet olarak kendimize yüksek bir medeniyet inşa etmek istiyoruz…
Her yönüyle ilerlemek, kalkınmak ve gelişmek için çırpınıyoruz…
Ancak; bunu bir “bütün” olabilirsek başarabileceğiz!...
Bölünüp parçalanırsak, her bir öğemiz ayrı bir mananın peşinde koşarsa, istediğimiz o muazzam uygarlığı nasıl kurabileceğiz ki?
İşte cümle mevzuuna bu sebeple girdim…
Cümle demek, “bütün” demek…
Farklılıklarımızı ortak bir anlam için doğru bir düzene oturtmak mecburiyetindeyiz…
- Kuracağımız medeniyetin öznesi “biz” olmazsa,
- Aynı gayeyi, aynı yüklemi gerçekleştirmek için aynı yerde ve aynı zamanda buluşamazsak,
Bu durumda, açık ve anlaşılır bir “cümle” kurabilir miyiz?
Mümkün mü?
Öznemiz kim bizim?
Kendilerine “çağdaş” sıfatı verip, geçmişin her birikimine “aşağılık kompleksi” ile bakanlar mı?
Yoksa; kendilerine “muhafazakar” sıfatı verip, “bulunması gereken bulundu, bilinmesi gereken de bilindi, her şey artık malum ” diyerek, bilime ve felsefeye kapıları tamamen kapatıp “büyüklük kompleksine” kapılanlar mı?
Ya da referanslarını sadece kendisinden alıp, merkeze kendisini koyan, kendisini hakkıyla bilen ve tanıyan, hem eksiğini hem de fazlasını olduğu gibi kabul edenler mi?
Nesnemiz, tümlecimiz ne bizim?
Kendi tarihimiz, kendi coğrafyamız, kendi kültürümüz, kendi geleneğimiz mi?
Yoksa; kimine göre batının, kimine göre arabın, kimine göre de tüm şarkiyatın sentezi mi?
Ya yüklemimiz hangisi?
Bugünkü başarısını vahşi bir sömürgeciliğe ve acımasız kapitalist rekabete borçlu olan batılılara gıpta etmek mi?
Yoksa; Hun İmparatorluğundan, Göktürklere, Uygurlardan Selçukluya, Osmanlıdan Cumhuriyete kadar üç bin yıllık tarihimizin tüm envanteriyle yol almak mı?
Veya; sadece İslam sonrası dönemin şu meşhur fetihleriyle avunup durmak mı?
Mesela, 1517 Memlük seferine olumlu yüklem diye mi bakacağız hep? Hilafeti bir Türk devletinden alıp, başka bir Türk devletine geçirmekle bunca yılın ardından ne kazanmışız, merak etmeyelim mi?…
Paragraf misali; önceki cümleleri doğru anlamadan, sonraki cümleleri doğru anlayamayız ve doğru kuramayız…
Dünü ve bugünü de hakkıyla anlamadan iyi bir gelecek inşa edilemez…
İnşa edilen şey, bozuk cümle gibi ortalıkta sırıtıp durur!...
Nevzat Gözaydın Hocama tekrar rahmetler diliyorum…
Verdiği kitabı satır satır okumama rağmen, ben bile onun dersinden geçer not alamamıştım…
Bir sonraki dönem Nevzat Hocanın yerine derse girmeye başlayan Ahmet Bican Ercilasun Hocamız, duruma şöyle açıklık getirmişti:
- “Hikayelerin öznesini bulmak ve o özneyi tanımak çok kolay bir şey değil… Muhtemeldir ki, aradığınız öznenin kimliği o hikayeden önce yazılan başka bir hikayede saklıdır… Keşke önceki hikayenin kitabını da okusaydınız!”
Bu açıklama şunu gösteriyor:
Toplumun içindeki her insan ayrı bir hikaye sahibidir… Bu hikaye sahipleri asıl özne değildir…
Asıl özne, o hikayelerin “cümlesinde” gizlidir…
O yüzden “cümleyi” anlamak, başka hikayeleri de okumayı, bütünün diğer parçalarını da görmeyi gerektirir…
Bitirişi de “cümle” ile yapalım:
“Cümleten” hayırlı Cumalar!...