Annem şu duayı dilinden düşürmez:
- “Allah, önce olmayanlara versin; sonra da muhannete muhtaç olmayacak kadar benim çocuklarıma!...”
Bu cümlenin altında yatan o kadar çok gizli mesaj var ki…
O sebeple bazen, bunu dua olarak değil de, biz çocuklarının kulağına küpe olsun diye maksatlı söylediğini düşünürüm.
Eşyanın, paranın ve sosyal imkanların kimin elinde olduğunun çok bir önemi yoktur…
"İhtiyaç duyma" parametresi, "hak etme" konusunda daha fazla belirleyicidir...
Kötü yollara sapmadan, sadece meşru yöntemlerle sahip olmuş olsanız bile; bunlar sizin hakkınız olmayabilir…
Zira, sahiplik, Allah indinde mutlak bir hak olarak görülmez!...
Hakkın ölçüsünü daha çok “duyduğumuz ihtiyaçlar” tayin eder!...
Yani, ihtiyaç duymadığımız bir şeye sahip olmanın ilahi terazide vebali vardır!...
Kul hakkı denilen şey maalesef böyle ortaya çıkıyor…
Sahip olduğun şeye ihtiyacın yoksa, en yakınından başlamak üzere ona ihtiyaç duyan birine vermek zorundasın…
Onlarca ayet bu mealde!...
Allah, yarattığı her canlıyla birlikte onun ihtiyaç duyacağı rızkı da yaratır… Fakat o canlının da çalışıp çabalaması, rızkını araması gerekir… Yani hayat, yan gelip yatma yeri değildir…
İhtiyacı olan çalışacak, üretecek; ihtiyacından fazlasına sahip olan da dağıtacak!...
Kimse muhtaç olmadığı bir şeyin peşine gitmeyecek… Ona fayda sağlamayacak işlerle meşgul olarak ömrünü ziyan etmeyecek…
Yaşam süreci, mal toplama, para biriktirme süreci değildir…
Bu tutum bizi ihtirasların kölesi haline getirir…
İhtiyaç sınırını gözetmek, hem özgürlüğü, hem huzuru, hem de mutluluğu doğurur…
Susuzluğunu gidermek için sana bir bardak yetiyorsa, ikinci bardağın peşine düşme!...
İkinci bardağı ihtiyacı olana ikram et…
Mutlu ettiğiniz kadar mutlu olabilirsiniz…
Sevmedikçe sevilemezsiniz…
Vermeden alamazsınız!...
Çocukları için fedakarlık yapmayan bir anne, özveri de bulunmayan bir baba ne kadar sevilebiliyor?
“Muhannet” diye nitelendirdiğimiz insanlar; hem korkak, hem de namerttirler…
Gerçekte ihtiyaç duymadıkları paranın, malın ve statünün sahibi olabilmek için fütursuzca davranır, her türlü aşırılığa kapılabilirler...
Sahibi olduklarını kaybetmeme uğruna korkulmaması gereken şeylerden korkarlar; korkularından kurtulmak için de her şeyi yapabilirler… Hadlerini bilmezler...
İçine düştükleri bu durum onları giderek alçaltır; dipsiz bir kuyunun içine doğru sürükler… Sonunda;
- Hak-hukuk bilmez olurlar…
- Nankörlükte sınır tanımazlar…
- Kul hakkını düşünmezler…
- Muhataplarına namertçe saldırmaktan çekinmezler…
- Sevgiye, saygıya, hoşgörüye değer vermezler…
Bana göre en tehlikeli insan tipi muhannetlerdir…
Ne acı ki; etrafımızda bu türden insanların sayısı sürekli artıyor…
Onların yüzünden, hayat iyice çekilmez hale geliyor!
Emin olamadığınız, güvenemediğiniz insanlarla birlikte yaşamak zorunda kalmak!...
Kaderin, sizi onların insafına bırakması…
Sahibi oldukları şeye muhtaç duruma düşmeniz…
Bundan daha feci ne olabilir?
İhtiyacı kadarı ile yetinmeyen; ihtiraslarına dur diyemeyen; iftira, yalan, dolan ve entrikalarla bir şeylere sahip olmaya çalışan muhannetlerden nasıl uzak duracağız?
Okul yüzü görmeyen anacığımın; yaşadığı tecrübe ile edindiği ve bizi her gördüğünde söylediği yukarıdaki dua cümlesi umarım yerine ulaşır…
Toplumdaki hiç kimse muhannete muhtaç olmaz…
İhtiyacı olan, ihtiyacını giderecek imkanlara kolayca kavuşur…
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde konumuzla ilgili;
“Minnet ile gül koklama, al eline dikeni,
Geçme muhannet köprüsünden, bırak sular boğsun seni…”
diye bir söz var...
Bu söze, Kurtlar Vadisi filmindeki Memati şöyle bir ekleme yapmış:
- “Yatmam çakal yatağında, aslanlar yese de beni…”
Memati'ye katılıyorum; insanın onurundan daha kıymetli ne olabilir?