Afrika'da yaşayan herhangi bir adama "hayatının en kötü anı nedir?" diye sorsak. Bize vereceği cevap ya "beyaz adamla karşılaşma" veya "beyaz adamın gelişi" diyecektir.
Güney Afrikalı Nobel ödüllü Başpiskopos Desmond Tutu'ya ait bir söz vardır: "Beyaz insanlar Afrika'ya geldiklerinde, bizde toprak onlarda ise İncil vardı. Sonra bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Biz duaları bitirip gözlerimizi açtığımızda, çok garip bir şey oldu: topraklar onların elindeydi İncil bizim."
Geçen yıl Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin Katanga eyaletine gitmiştim. Katanga eyaletinin başkenti Lubumbashı'yi, Lualaba ve Kolwezi kentlerini gezmiştim. Bölgede geniş kobalt, demir, kalay, uranyum ve elmas madenleri bulunuyor.
Kongolular, 1960 yılında Belçikalılardan bağımsızlıklarını kazanmış olmalarına rağmen tarım havzaları ve yeraltı kaynakları hâlâ batılıların elinde. Diğer Afrika halkları gibi, burada da yaşayanlar oldukça fakir durumda.
Gittiğim Katanga eyaleti ise 1963'de Demokratik Kongo'nun bir parçası oldu. Ayrılıkçı hareketlerden dolayı bölge oldukça gerilimli.
Ayrılmama bir gün kala Lubumbashi'de askerlerle polisler arasında çıkan çatışmada 7 kişi öldü. Çatışma ile birlikte havaalanı kapatıldı, şehre giriş ve çıkışlar durduruldu, sokağa çıkma yasağı kondu.
Mihmandarım Jibril Kasando'ya, bu kargaşada bir gazeteci olarak çıkıp neler olup bittiğini görelim ve fotoğraf çekelim dedim. Jibril "mümkün değil, krizin derinleşmesi için ilk seni vururlar" diye karşılık verdi.
Niçin beni vuracaklar dedim.
Çünkü sen "beyazsın".
Jibril'e, "sadece benim derim beyaz, ben beyaz değilim, Türküm" dedim.
Beyaz olmak, her ne kadar deri rengi olarak algılansa bile; "o bir düşünce ve davranış" biçimidir.
Ben derimin beyazlığını Afrika'da öğrendim.
1993'de Bosna-Hersek ve Filistin'de yaşanan olaylara çözüm bulmak için Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, İslam Konferansı Örgütü'nü Senegal'in başkenti Dakar'da toplamıştı. Cumhurbaşkanı Özal, konferansa katılması için Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Alija İzetbegoviç'i Cenevre'den alıp Dakar'a götürmem ve danışmanlık yapmam konusunda görevlendirmişti.
Konferans arasında Dakar başkonsolosluğumuzun rehberliğinde şehri dolaşmaya ve sokak aralarında fotoğraf çekmeye çıkmıştım.
Fotoğraf çekerken bizlere yabancı muamelesi yapıldığını hissetmiştim. Başkonsolosumuza dönüp; "bunlar bizim yabancı olduğumuzu nasıl anladılar" dedim. O da bana "sen beyazsın" diye cevap vermişti.
Gayri ihtiyari elime baktım. İlk defa derimin beyazlığını ayrıt ediyordum.
Oysa İngiltere, Hollanda ve Fransa'da gibi birçok yerde Afrikalılarla karşılaşmış, o ana kadar buna hiç dikkat etmemiştim.
Bu içinde doğduğum ve büyüdüğüm medeniyetin bana kazandırdığıydı.
Oysa batı dünyasında sömürgecilik ve köleliğin getirdiği, beyaz-siyah ayrımı üzerinde iki yüzyıldan fazladır süren bir mücadele yaşanıyor.
Bizler için insanların ırklarının, dillerinin ve renklerinin hiçbir önemi yoktu. Bizler üstünlüğün, Allah katında O'na ve buyruklarına daha bağlı olmakta olduğunu öğrenmiş. Bunu genetik kodlarımıza yerleştirmiştik.
Üstün olanımız sadece takva olanımızdı.
İslam tarihinin dışında, Osmanlı Devleti olarak Afrika ile ilişkilerimiz Mısır ve Sudan'dan başlayarak Libya, Tunus, Cezayir ve Fas'ı yani Kuzey Afrika'yı fethetmemizle başlamıştır. Ülkemize ilk Afrikalı göçü ise 19 ve 20. yüzyıllarda Osmanlı Devleti'nin Afrika'daki toprakları Fransız, İngiliz ve İtalyanlar tarafından saldırıya uğramasıyladır.
II. Abdülhamid, Balkanlar, Kafkaslar ve Afrika'da saldırı altında olan Müslüman yurttaşlara, Anadolu'ya gelme çağrısında bulundu. Böylece Afrika'dan bir grup muhacir ülkemize getirilerek Ege-Akdeniz yöresine yerleştirilmiş oldu.
Bu muhacirler daha çok Mısır, Libya, Sudan'ın Ondurman ve Darfur bölgelerinde gelmişlerdi.
Yeryüzünde sınır geçişkenliği en yüksek olan ülke Türkiye'dir. Bu Türklerin tarihi misyonuyla ilgilidir.
Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu'da oluşan çatışmalardan dolayı ülkelerinden ayrılma zorunda kalan insanlar Türkiye'ye sığınmışlardır.
Bulgaristan, Bosna, Kosova, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Afganistan, Kuzey Irak ve şimdi de Suriye'den gelen mülteciler. Bunlara daha iyi yaşam koşullarına ulaşmak için ülkemize kaçak yollardan giren Uzak Asya ve Afrika'dan gelenleri eklersek olayın boyutu daha iyi anlaşılır.
Son yıllarda, ülkemizde de ırk, dil ve renk konusunda sorunlar yaşanmaya başladı. Bir yandan etnik milliyetçilik yükselirken diğer yandan da farklı renkte insanlara karşı bir refleks gelişmeye başladı.
Nijeryalı Festus Okey, daha iyi yaşam şartlarına kavuşmak için kaçak yollardan ülkemize gelmiş ve İstanbul'da mülteci olarak barınmaktaydı. Amatör bir futbolcuydu ve ülkemizde yaşayan mülteciler arasında düzenlenen Afrika Kupa'sında Gambiya forması giymişti.
20 Ağustos 2007'de gözaltına alınarak karakolda şüpheli bir şekilde polisin silahından çıkan kurşunla öldü. Tartışmalı bir yargı süreci yaşandı ve zanlı polis memuruna 4 yıl 2 ay ceza verildi! Yargıtay'ın gerekli düzeltmeyi yapacağına inanıyorum.
Geçen hafta da oynanan bir süper lig maçında, bir sporcumuz rakibi bir futbolcuya rengiyle ilgili hakarette bulunduğu kamera kayıtları ve dudak okuma yöntemiyle tespit edilmiş ve cezalandırılmış oldu.
Münferit bir olay gibi görünmesine rağmen dikkat etmek gerekir.
Bu ülke, farklı dil, ırk, renk, din ve mezhepteki insanları bir arada yaşatmayı sağlayan bir medeniyet temeline sahiptir.
(Yeni Şafak)