Son yıllarda ülkemizi derinden etkileyen olaylardan biri Bosna-Hersek\'e yapılan saldırıdır. Bosna-Hersek\'e karşı gösterdiğimiz hassasiyet bizleri, sosyal ve siyasal anlamda dönüştürmüş, yürek coğrafyamızı yeniden keşfetmemize sebebiyet vermiştir.
O dönemde milletimizin her bir ferdi, siyasiler, sivil ve askeri bürokrasi yardım konusunda tam bir dayanışma içindeydi.
Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu daha bir konuşulur olmuş, günün resmi siyasetinin dilinde \"Türk ve akraba toplulukları\" kavramları gelişmeye ve kullanılmaya başlanmıştı.
Gelinen nokta itibariyle toplum dinamikleriyle barışık, daha anlaşılır bir dil kullanan Refah Partisi 1995\'de seçimleri kazanmış ve gecikmeli de olsa 1996\'da hükümet kurmayı başarmıştı. Refahyol hükümeti D8\'ler açılımıyla Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya açılımına Orta Doğu, Afrika ve Uzak Asya\'yı eklemişti.
Gel gör ki bu süreç kısa sürmüş, 28 Şubat 1997\'de \'28 Şubat kararları\' olarak bilinen dayatmaların sonucunda; \'Postmodern Darbe\' ile hükümet istifa etmek zorunda bırakılmıştı.
28 Şubat sürecinin etkilerinin topyekûn kamu ve özel kurumlarda sürdüğü bir dönemde, Mart 1998\'de İstanbul\'da Harp Akademileri\'nde Balkanlar üzerine iki gün süren bir konferans düzenlenmişti. Ben de konferansa katılmıştım. Konferans katılımcısı olduğum için askeri alana sakalla girmeme izin veriliyordu. Oysa askeri alanlara başörtülü ve sakallı girmek mümkün değildi, şehit ve asker anne ve babası olsanız bile.
Bosna-Hersek için oluşturulmuş barış gücü içinde görev yapmış Kurmay Binbaşı veya Yarbay (zaman geçtiği için rütbeyi yanlış hatırlayabilirim) rütbesinde bir asker Balkanlar\'la ilgili bir sunum yapmıştı. Sunumunda, Balkanlar\'da izlenecek siyasetin nasıl olması gerektiğini anlatmıştı. Balkanlar\'da sadece Türk kavramı üzerinden ilişki geliştirilemeyeceğini, orada Türklerin yanısıra Boşnaklar ve Arnavutların yaşamakta olduğunu, İslam dinine ve tarihe ait motiflerin kullanılması gerektiğini ifade etmişti. Ben de oturumun son kısmında söz almış, kısa bir konuşma yapmıştım. Ülkemizde yaşanılan siyasi ve kültürel olayları (ki burada kastım 28 Şubat sürecinin ortaya çıkarttığı tabloydu) Balkan halklarının yakından takip ettiklerini, burada ihya etmediğimiz anlayışları, orada model olarak sunamayacağımızı, bunun düalist bir davranış olduğunu ve hiç kimseyi etkilemeyeceğini anlatmıştım.
İnsan kendine karşı yapılan haksızlığı affetmek veya unutmak erdemini gösterme konusunda serbesttir. Bununla ilgili güzel bir atasözümüz de var \"Kol kırılır yen içinde kalır\" diye. Ama olan biten, bir ülkenin duruşunu ve geleceğini etkiliyorsa o zaman durum değişir.
Konferanstan birkaç ay sonra Bosna-Hersek Silahlı Kuvvetleri\'nde (Armija BH) görev yapan savaş döneminden tanıdığım General Fikret Prevljak beni telefonla aradı. Bosnalı askerlerle birlikte İstanbul\'da olduğunu, eğitim alma amaçlı geldiklerini, Kalender Orduevi\'nde kaldıklarını ve görüşmeyi arzu ettiğini söyledi. Günü kararlaştırdık. Ziyaret için tercümanlığımı yapan Selmira Mrkaljeviç ile birlikte İstanbul Kalender Orduevi\'ne gittik. Orduevi\'nin kapısında duran asker General Fikret Prevljak\'ın olmadığını, ayrıca mevcut birkaç günlük sakalımla dahi olsa içeriye giremeyeceğimi, kuralların böyle olduğunu söyledi. Selmira, Bosna pasaportunu gösterdi ve bizlerin Türk askerlerini değil, Bosnalı askerleri ziyaret etmek için geldiğimizi söyledi. Durum Kalender Orduevi Komutanlığı\'na aktarıldı ama bir gelişme sağlanamadı ve geri dönmeye karar verdik. Bu durumu nasıl izah edeceğimizi düşünüyorduk.
General Fikret, randevu saatini kaçırmanın telaşıyla eğitimi bırakmış ve hızla orduevine hareket etmişti. Dönüş yolunda karşılaştık. Geciktiği için özür diledi ve bizi orduevinde oturmaya davet etti. Bizler durumun farkındaydık ve dışarıda bir yerlerde oturma konusunda ısrar ettik. Ama o bizi dinlemedi ve araca binmemizi istedi. Tekrar orduevinin yolunu tuttuk. Kapıdaki asker benim sakallı içeriye giremeyeceğimi söyledi. Fikret, araçtan inerek, yüksek bir ses tonuyla bana komutanı bağla dedi. Orduevi komutanı bağlandı, konuşma yapıldı, Fikret araca bindi ve bizler \"göz yumulan\" misafir olarak içeri alındık.
Şaşırmıştık; nasıl oldu da izin verildi diye. Kantinde oturup konuşmaya başladığımızda nasıl olduğunu anladık. Birkaç gün önce Fikret\'in annesi Bosna-Hersek\'ten oğlunu ve şehri görmek için İstanbul\'a gelir, Kalender Orduevi\'ne gider. Kapıdaki görevli asker başörtüsüyle içeri giremeyeceğini söyler. Kadın kapıda oğlunun eğitimden gelmesini bekler. Fikret gelir büyük bir kavgadan sonra annesiyle birlikte içeri alınırlar. Bu kez kantinde kendilerine servis açılamayacağı söylenir, Fikret öfkelenir ve durum tam bir skandala dönüşür.
Hafta sonları komuta kademesinin oluşturduğu İstanbul\'un tarihi ve dini mekânlarını gezme programında da ciddi sorunlar oluşmuştu. Fikret, yapılan programları eleştirirken: \"Ben burada sadece Beyoğlu\'ndaki tarihi ve eğlence mekânlarını gezeceksem bunlardan benim ülkemde daha fazlası ve güzelleri var, onları gezerim. Askerlerim ve ben Sultanahmet\'te, Süleymaniye\'de ve Yeni Cami\'de namaz kılmak istiyoruz\" demişti.
28 Şubat süreci birçok yönüyle hatırlanacak.
Gelinen noktaya baktığımızda ülkemizin demokrasi konusunda önemli bir aşama kaydettiğini görüyoruz.
Bugün dünyanın birçok bölgesinde başta Bosna-Hersek ve Kosova\'da ülkemizi temsil eden ve başarılı çalışmalar yapan askeri birliklerimiz bulunmakta.
Bir devlet bütün kurumlarıyla medeniyetini oluşturan millet, tarih ve din kavramlarıyla barışık olduğunda tarihe yürüyebilir.
(Yeni Şafak)