Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Profesör Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in 12. Vehbi Koç Ödülünü alırken genç bir insanının fillerin saçı var mı diye merak etmesinin 375 milyon dolar katma değer yarattığını anlattığı saatlerde ben İslamcı Recep Tayyip Erdoğan ile Stalinist Apo’nun Türkiye’ye nasıl bir Anayasa uygun gördüklerini merak etmekteydim.

Merak bu ya; saça da konar İmralı’ya da konar!

***

(Önden söyleyeyim. Erdoğan kusura bakmasın, muhatabının adını kısaltınca, müzakerelerde eşitlik kaygısı ile aşağıda onun da adını kısaltmak iktiza etti.)

RTE ile Apo’nun artık üzerinde üç-aşağı beş-yukarı anlaştıkları mesele tarafların müdebbir birer siyasetçi olarak benimsedikleri “merkezde başkanlık/yerelde özerklik” ilkesidir. (Müdebbir= İşin arkasını ve sonunu düşünüp çare arayan, önlem alan)

Bu ilkeye basitçe “al gülüm/ver gülüm ilkesi” de denir.

2011 seçimleri öncesinden itibaren tutturduğum gibi bu iki birbirine hiç benzemez liderin aş erdikleri “güç erki” tarihin garip cilvesi olarak önlerine bu paylaşımı koyuyor.

***

Ancak, gazeteler kaç gündür Apo “demokratik özerklik”ten vaz geçti deyip duruyorlar. Apo Türkiye için 20 sayfalık yol haritası yazmış, bunun içinde “demokratik özerklik” talebi yokmuş. 14 yıldır tecritte yaşayan, televizyona daha dün kavuşan, dünyayı 14 yıldır ufacık bir radyo ve kendisine bilmem kaç gün sonra ulaştırılan gazetelerle takip eden Apo, dünyadaki tüm dinamikleri Stalinist umdelere uygun istiarelerle takip etmiş, bizlere yol göstermiş ve yeni tarikimizi çizmiş!

“Ben önce ayrılıktan, sonra federasyondan fedakârlık ettim. Şimdi de demokratik özerkliği terk ediyorum, zaman ‘feda’ zamanıdır”,diyesiymiş!

Önce barış, sonra birlik ve beraberlik böyle temin edilecekmiş!

***

Apo bu fedakârlığı gösterirken RTE yönetimindeki TC de “feda”da bulunuyor ve ilk kez 13 Şubat’taki yazımda vurguladığım gibi yeni Anayasa’da “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”ndan dem vurmaya hazırlanıyor.

Acı ilacı, yutturabilmek için, tatlı şeker ile kaplıyor!

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bile iktidara gelirlerse Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın çekince konulan maddelerinin tümünü kabul edeceklerini bir seçim konuşmasında açıklamıştı. Bu açıklama BDP’nin Kürt sorununun çözümü için “demokratik özerklik” adı altında bir projenin kabulünün ardına rast gelmişti.

AKP, Anayasa’ya 1988’de imzaladığımız bir metnin, hem de yakın zaman içinde CHP tarafından teşvik gören bir anlaşmanın şartlarını Anayasa’ya koyacak!

O kadar modern, o kadar Avrupai, o kadar AB’ci bir Anayasamız olacak!

***

Ben bugün bu Şartı irdelemek istiyorum. Bunun için işin uzmanından alıntılar yapacağım (Emine Akçadağ: “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Türkiye”- BİLGESAM-24.06.2011)

Akçadağ diyor ki: “Avrupa Konseyi bünyesinde 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açılan ve Türkiye tarafından da 21 Kasım 1988’de imzalanan Şart, giderek artan görev ve sorumlulukların karşılanması için yerel yönetimlere esneklik tanınması, yerel yönetimlere görevlerini en iyi şekilde gerçekleştirecek yönetim yapısının sağlanması ve yerel yönetimlerin merkez müdahalesinden korunmasını amaçlamaktadır.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalayan ülkeler, yapılacak düzenlemelerde, i) yerel yönetimlerin geniş bir özerkliğe sahip olmasına, ii) yerel yönetimlerin görev ve yetkilerinin anayasa ile belirlenmesine, iii) bu yetkilerin merkezi idare tarafından zayıflatılmamasına, iv) yerel yönetimlerin kendi iç örgütlenmesini oluşturmasına; v) gerekli mali kaynaklara sahip olunmasına, vi) atanan değil seçilen organlardan oluşmasına ve vii) adem-i merkeziyetçilik anlayışının sağlanmasına dikkat etmekle yükümlüdür.

Yerel yönetim ise belli bir coğrafyada yaşayan yerel halkın

i)ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan karar organları,

ii)bölgedeki halk tarafından seçilen ve kanunlarla belirlenmiş görev ve yetkilere sahip kamu tüzel kişileri olarak tanımlanabilir.

Yerel yönetim özerkliği ise “kurumların kendi öz sorumlulukları altında kendi hizmetlerini düzenleme hakkıdır.” şeklinde açıklanabilir.

Bir başka tanımla özerklik, “yerel yönetimlerin, kendi beldelerindeki ihtiyaçları gidermek için kendi organları ile karar alabilmesi ve uygulama hakkına sahip olmasını gerektirir’.”

Emine Akçadağ, (Von Brünneck’e atıfta bulunarak) “yerinden yönetimin bir süreç olarak dört basamaktan oluştuğunu ifade etmektedir: “İlk basamakta yerinden yönetim, yalnızca ‘yerel yönetimlerin güçlendirilmesi’ anlamına gelmektedir. Yerinden yönetimin ikinci basamağı ‘bölgeselleştirme’ ve ‘bölgecilik’, üçüncü basamağı ‘federalizm’ ve dördüncü basamağı da ‘ayrılıkçılık’tır.”

***


Bu özerklik şartnamesi katiyen “bölünme” amaçlı yazılmamıştır. Zaten, artık kimse “bölünme” istemiyor! Ama bu şartname yeni Anayasa’da yer aldıktan sonra çıkacak ilgili kanunlar tabii ki ülkemizin “Kürt meselesi”ni esas almak zorundadır!

(Yurt gazetesinden alınmıştır)