Başbakan Erdoğan, 26 Şubat günkü grup toplantısında; “Terörün çözümü noktasında her yola başvurabileceklerini kaydederken, baldıran zehri içmekse, biz o baldıran zehrini de içeriz. Yeter ki bu ülkeye huzur, refah gelsin” diye konuştu.
Halbuki iktidar on yıldır terörü, “daha çok demokrasi, daha çok özgürlükle çözeceğini, terörle mücadelede özgürlükleri sınırlayan Batılı ülkelere ve dünyaya da model olacaklarını” iddia ediyordu.
Yine bugüne kadar ülkeye “huzur, istikrar ve refah” getirdiklerini ileri sürüyor ve bununla övünüyordu. Ama gelinen noktada bakıyoruz ki bütün bu iddialar birer “serap”mış. Aldanma veya aldatmacaymış.
Neticede “teröre çözüm(!)”ü, huzuruna çıktığımız “cellat” ımızda arıyoruz! İyi de “cellat” ın işi belli değil mi? “Başımızı,” işini kolayca ve çabukça bitirsin diye mi “cellat”a uzatacağız?
Sonuçta; akan bunca kan, verilen bunca şehit ile vatanımızın bütünlüğüne, milletimizin birliğine, devletimizin egemenliğine indirilen darbelere ve eritilen bunca zaman ve kaynağa rağmen, kaybeden Türk Milleti; 2002’de bölücü terör dibe vurmuşken, bugün “zafer(!)” kazanan PKK olmuştur.
Ortada garip bir durum var değil mi?
***
Türk Milleti’nin penceresinden görünen birinci manzara böyle. Bir de ikinci manzara var. Onu da anlatalım.
Başbakan “Terörü çözmek, huzur ve refahı getirmek için her yola başvurabileceklerini, gerekirse baldıran zehri bile içeceğini” söylüyor. Bu ne demek, biraz açalım.
Teröristbaşıyla varılan “mutabakat” sonunda eğer “terör duracak”, ülkeye “huzur ve refah gelecekse” Başbakan niçin “baldıran zehri içsin?” Böyle hayırlı bir hizmetin karşılığı bu olabilir mi? Elbette olamaz. Aksine, en büyük devlet nişanını hak ediyor demektir.
Peki, Başbakan ne demek istiyor? Konuşmasındaki “her yola başvurabiliriz” ifadesi de çok anlamlıdır ve açıklayıcı olabilir. Bu durumda soralım; bölücü terör, neyin karşılığında durdurulacaktır? Hükümetten ne isteniyor? Bu soru kamuoyundan ısrarla kaçırılıyor.
Teröre “çözüm” için teröristbaşının kapısını çaldığınıza göre, siz ne vereceksiniz de terör duracak? Üstelik PKK’nın TBMM’ye girdiği, yurt içinde ve dışında siyasallaştığı, Allah’ın her günü medyanın büyük bir kısmında bölücülük ve örgüt propagandasıyla beyinlerin yıkandığı, terörün her yerde kol gezdiği, devlet güçlerini “yendim” dediği, “yeni” devlet için “yeni” anayasanın şartlarını kabul ettirdiği bir sırada, alacağı karşılıktan emin olmadan, kanlı eylemlerini niçin durduracak?
Devam edelim; terör niçin yapılıyor? Terör önce “Bağımsız Kürdistan” ı, sonra dört ülkeden kopacak parçalarla “Büyük Kürdistan(!)”ı kurmak için yapılıyor. Bu bilinen bir gerçektir. PKK, 1978’deki kuruluş bildirisinde amacını böyle ilan etti. 1984’de kanlı terör saldırılarını başlattı. 1995-96’lara gelindiğinde Türkiye’yi doğrudan bölemeyeceğini anlayınca, dolaylı bir yol seçti. Adına “Demokratik Cumhuriyet Projesi” dedi. Buna göre PKK, ilk planda “Misak-ı Milli” sınırları içinde devletimize ortak olacak, sonra da ayrılıp bağımsız devlet kuracaktır. İşte “İmralı Mutabakatı” da bu birinci safhaya aittir.
Yedi yıl süren pazarlıklarla çok adım atılmış, “Türk’süz” Anayasada anlaşılmıştır. Artık sonuca gidilecektir. Ancak bu Türk Milletini uyandırmadan yapılmalıdır. Mesele burada.
Eğer Türk Milleti uyanırsa Erdoğan, uyanmazsa Türk Milleti baldıran zehrini içmiş olacaktır. Kısaca, ya Erdoğan’ın siyasi hayatı, yahut da bin yıllık Türk egemenliği sona erecektir.
Gelin bu zehirli oyunu bırakın. PKK ile gerçekten ve topyekûn mücadeleyi başlatın da bu belâ def edilsin. Devletimiz ve milletimizin gücü buna yeter. Aynen İngiltere, İspanya ve Fransa’da olduğu gibi.
(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)