Arka-taş: Çok eski yıllarda savaşırken, ok atmadan önce, arkadan gelecek herhangi bir tehlikeye karşı, sırtını dayadığın sağlam taş veya kayaymış.
Zamanla “ arka-taş” olmuş “arkadaş”…
Arkadaşınla kavga etmek ne güzeldi çocukken.
Kafamızı gözümüzü yarar, birbirimize küfürler ederdik.
Küslüğümüzün ertesi günü, camda göz göze gelince, ilk önce kafasını çeviren, kendini zafer kazanmış zannederdi.
Beni tam o sırada gülme tuttuğundan, mecburen içeri kaçardım.
Kendimi toplayıp cama tekrar döndüğümde ise arkadaşımın olduğu camda çoktan yeller eserdi.
Bir süre sonra özlediğimi anlar, suratımı ellerimin arasına alır, barışmanın yollarını düşünmeye başlardım.
Sonra beş dakika geçmez, birbirimizin evlerine koşarken karşılaşır, kahkahalarla birbirimize sarılırdık.
Ve hemen oynamaya başlardık, sanki dün dövüşüp kavga eden biz değil de başkası…
Dünün hiç bir önemi yoktu. Çünkü arkadaştık, sırdaştık.
Birimizin canı yansa beraber ağlardık.
Hey gidi günler hey!
İşte büyüdük.
İlk iş olarak kibirli olmayı öğrendik, ama kendimizi gururlu zannettik.
Affetmemeyi, her lafın altında art niyet aramayı, yani dostumuza bile güvenmemeye başladık.
Mahalle arkadaşlarımızın yerini, sanal alemde yüzünü bile hiç görmediğimiz insanlar aldı.
Arkadaş listemiz ne kadar kalabalıksa kendimizi o kadar seviliyor sandık.
Her anımızı paylaşarak, ne kadar sosyal, ne kadar mutlu, ne kadar güzel olduğumuzu gösterdik.
Her zaman uzakta bir-iki dost, elimiz cep telefonunda, parmaklarımız ekranda yazdıkça yazdık...
Çocukluğumuzda, bir gün bu hallere düşeceğimizi söyleseler herhalde inanmaz, kahkahalarla gülerdik.
Üç-beş kelimeyle dünyaları kurtarıyor, had bildiriyor, kırıyor ve kırılıyoruz...
Çünkü konuştuğumuz gibi yazamıyoruz, anlatmak istediğimizi anlatamıyoruz!
Sonrası malum; geriye ne dost kalıyor ne arkadaş...
Bazen düşünüyorum da yüz yüzeyken kırdığım, küstüğüm arkadaşım yok denecek kadar az.
Dostluklarımızda olumsuz ne yaşıyorsak, bu telefonlar ve mesajlaşmalar yüzünden.
Teknoloji, zamanı kolaylaştırıyor, uzakları yakınlaştırıyor zannederken aslında dostlukları çürütüyor.
Canım dediğin insanı, üç-beş kelime ile kurduğun yanlış cümle yüzünden kaybediyorsun.
Dünyaları paylaştığın, beraber ağladığın ve güldüğün insan, bir anda yok olup gidiyor.
Sen özür diledikçe, o senden daha çok uzaklaşıyor.
Bir kahvenin kırk yıllık hatırını bir yanlış cümleyle sonsuza gömüyor.
Kaybettiklerimizin ardından bence yapılacak tek şey; ders almak olmalıdır.
Ben dersimi aldım;
Teknolojiyi mümkün olduğu kadar sevdiklerimle arama sokmamaya kararlıyım.
Yazdıklarımda biraz haklılık payı bulduysanız ya da kendi hayatınızda buna benzerlikler yaşıyorsanız, çok geç olmadan sizde benim gibi bir karar verin.
Yoksa gün gelecek hepimiz Erzincan yöresine bağlanıp bu türküye demir atmak zorunda kalacağız;
“Bozuk şu dünyanın düzeni bozuk
Kusurumu gördüm kendi özümden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Tükendi taneler kalmadı azık
Yazık şu geçen ömre yazık”…