Şu anda hazır anayasa değişikliği gündemde iken; şöyle bir düzenleme yapsak:
- Cumhuriyete ve demokrasiye dair ne varsa hepsini terk edip; iki yüzyıl öncesine gitsek…
- Krallıkları, padişahlıkları, halifeliği yeniden diriltsek…
- Devlete ve millete ait ne kadar yetki varsa bilcümlesini tek bir aileye versek… Saltanatı tekrar kursak…
- Geçmişteki gibi; aralarında deli olanlar dahil, hanedanın çocuklarının tamamının krallık, halifelik hakları baki kalsa…
- Milletvekili, belediye başkanı, muhtar, encümen; buna benzer ne kadar seçim varsa tümünü iptal etsek…
- Devletin ve milletin kaderi, iki asır öncesi gibi şevketlü hünkarımızın iki dudağı arasına bırakılsa…
- Vatan toprağının tamamı onun mülkü sayılsa… Dilediğine, dilediği zaman el koyabilse…
- Memleketin idaresi, sadece padişahtan korkup, ondan başkasına hesap vermeyen bakanlar, valiler ve paşalar tarafından yürütülse…
- Hakimliksavcılık müessesesi kaldırılıp, kadılık sistemi geri getirilse… Medeni hukuk yerine, şeri hükümlere göre yargılama yapılsa…
- Kadınlar; iş hayatında, mirasta hatta nüfus sayımından bile yok sayılsa…
Şaka etmiyorum; ciddi ciddi soruyorum:
Bu duruma aramızda kaç kişi onay verir?
Toplum olarak, bir şeyin kıymetini onu kaybetmeden önce anlayamıyoruz… Maalesef, tarih boyunca da hep böyle olmuş…
Yaşadığımız onca acı tecrübelerden sonra, Cumhuriyetin 100.yılını büyük bir onur ve gururla kutlamamız gerekirken; hala Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyete küfür eden, yukarıdaki sisteme ise övgüler yağdıran nankörlerin yüksek volümlü seslerini duyuyoruz…
Sövdükleri Cumhuriyetin ve onun banisinin suçu, kendilerine “kulum” diye hitap eden padişahla onları bir tutması, eşit kılması ve hukuk karşısında aynı değeri vermesi mi?...
Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır!...
Bizim Cumhuriyetimiz, Ülkemizin siyasi düzenini, henüz tam anlamıyla istediğimiz noktaya getirememiş olsa bile demokratikleştirmeyi başarmıştır…
Cumhuriyetin olmadığı yerde, demokrasinin de nefes alması mümkün değildir…
Tüm kurumlarıyla “katılımcı demokrasiye” geçemedik belki… Ama, uyguladığımız “temsili demokrasiyi” şimdiki haline getirebilmek için de az mücadele vermedik!... Az fedakarlık yapmadık!...
Şunu rahatlıkla iddia edebilirim ki:
Türkiye’mizin bugün yapısal anlamda önemli bir iç siyasi sorunu yoktur!...
Ufak tefek eksiklerimiz tabi ki var… Ama bu noksanlıklar, bize “devrim isteriz” naraları attıracak boyutta değil!...
Yüzüncü yılı tamamlarken, tartışmamız gereken asıl başlık bence ekonomidir…
Cumhuriyet tarihi boyunca, siyaset sisteminde geldiğimiz nokta ile ekonomik sistemde geldiğimiz nokta arasında dağlar kadar uçurum var!...
Siyaset tavşan gibi koşarken, ekonomi kaplumbağa modunda kalmış…
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “toprak reformu” meselesini kaderine terk etmemizin neticesinde bölgeyi kaybetme noktasına geldik!...
Ağalık ve aşiret sistemlerini ortadan kaldırarak, bölgenin verimli topraklarını tüm halka eşit ve adil bir şekilde paylaştırabilseydik; terör örgütleri bu kadar kolay militan toplayabilecekler miydi?
Yüzbinlerce, hatta milyonlarca kişinin geçimini, sadece ağalara mülkiyet hakkı vererek nasıl sağlayacağız?
Bir kişiyi yüzbinlere niye tercih ediyoruz?
Siyasette az-çok gördük ama; ekonomik sistemimizde bir cumhuriyet etkisi göremedik…
Ülkenin kaynakları Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de belli kişi ve zümrelerin kontrolünde kaldı…
İkinci asra girerken, bu temel meseleyi çözelim…
Ekonomik sistemimizi de demokratikleştirelim…
Cumhuriyetten o da nasibini alsın…
Mahkeme arşivlerinde yıllardır sonuçlanmayı bekleyen toprak ve arazi davalarını sonuçlandıralım… İnsanımızı yeniden kendi toprağı ile buluşturalım…
Ülkemizin en zengin 100 kişisi, nüfusumuzun 55 milyonundan daha fazla paraya sahip!...
Gelir dağılımımızda korkunç bir adaletsizlik var!...
Kapitalizm, tüm dünyayı olduğu gibi bizi de karanlık bir deliğe doğru sürüklüyor…
ABD’nin en zengin 80 kişisinin serveti, dünya nüfusunun yarısının servetinden fazla imiş!...
Şu teraziye bakın; dört milyar insan bir kefede, 80 Amerikalı diğer kefede!...
Dünyayı devletler değil, paranın ağa babaları yönetmeye başladı…
Bir litre su ve bir öğün yemek için yaşam mücadelesi veren milyonlarca insan bir tarafta…
Günde 14 milyar dolar kazanan Elon Musk ise diğer tarafta!...
Ekonomimizi kapitalizmin esaretinden kurtarıp, bütün vatandaşlarımıza muhannete muhtaç olmayacak şekilde bir gelecek kurmak zorundayız!...
2022 yılı itibariyle kişi başına düşen milli gelirimiz yaklaşık 10 bin dolar…
Türkçesi, 85 milyonun her birine aylık 23 bin lira düşüyor demek!...
Görüldüğü gibi ekonomimizin en önemli problemi gelir dağılımındaki haksızlık!...
Kaynaklarımızın yetersizliği zaten gündemimizde…
Ama, “gelir dağılımındaki adaletsizliği” de tez zamanda gündeme getirmek mecburiyetindeyiz…
Sermaye baronlarının ellerinde har vurup harman savrulan paraların vergi yoluyla devletin kontrolüne geçmesi lazım…
Tüketim yoluyla vergi toplamaktan tamamen vaz geçerek; geçim standardı üzerindeki gelirlerin ve biriken servetlerin kademeli bir şekilde yüksek oranda vergilendirilmesi lazım…
Ülkenin tüm gelirini beş-on kişinin üzerinde toplamak yanlıştır…
“Patronları mutlu edersem, ülkeyi de mutlu etmiş olurum” düşüncesinin ortaçağ zihniyetinden bir farkı yoktur!
Ekonominin demokratikleştirilmesi demek, sermayenin tabana yayılması, daha fazla insana kaynak dağıtılması demektir…
Siyaset demokratikleşirken, ekonominin bundan mahrum bırakılması, Cumhuriyeti tek ayaklı ve yürüyemez bir hale getirir…
Emekli, asgari ücretli, memur vs. gibi dar gelirli insanların milli gelirdeki paylarını iyice azaltarak, zaten epeyce açık olan gelir dağılımı makasını daha da açmak; fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapmak hangi sorunu ortadan kaldıracak?
Bu tür çözüm yolları, “yurdum insanına” nefes aldırmaz... Sadece “oligarklar” doğurur...
Ve güzelim cumhuriyet, farkında olmadan milletin elinden yavaş yavaş kayıp gider; sistem de fiili bir oligarşiye dönüşür!...
Allah korusun!