Fakat sorunlar da var.
Bir yandan hangisinin “hak mezhep” olduğu şeklindeki sorular... Öbür yandan Sünniliği “Yezid”le, zulüm ve baskıyla özdeşleştiren görüşler...
Hemen şunu belirteyim: Hiç kimse inancının yanlış olduğunu düşüneceği bir inanç sistemini benimsemez. Herkesin inancı kendisi için haktır.
‘Hak mezhep’ hangisi?
Cemevlerine gitmeyen Alevilerin çoğunluğu Aleviliği “kültür ve hayat tarzı” diye tanımlıyorlar.
“Ali’siz Alevilik” falan gibi marjinal pozitivist uydurmaların ciddiyeti yoktur.
Cemevlerini ibadethane görerek devam edenlerin çok büyük çoğunluğu ise İslam’ın Alevi yorumunun “gerçek İslam” olduğuna inanıyorlar; Sünnilerin “hak mezhep” inancı gibi!
Hangisi doğru? Herkesin inandığı kendisine doğrudur! Ortadoğu yangınlarından sakınmak istiyorsak, hepimize düşen görev, diğerimize saygı duymaktır.
Açıkça bellidir ki, cemevlerini reddetmek, Aleviliği ayrı bir din gibi konumlanmaya zorlamaktır. Vebali çok büyüktür ve bu vebal bugün AKP’nin omuzlarındadır.
Geçmiş zamanlarda
- 16. asırda Yavuz ve Kanuni dönemlerinde, İran savaşları sırasında maalesef Alevilere zulüm yapılmıştır. Fakat sebep siyasidir. O zamanın tekfir fetvalarını bugün referans kabul etmek düşünülemez. O zorlu dönemlerde Bektaşiliğin ise saygı gördüğünü hatırlamalıyız, çünkü Safevi imparatorluğunu uzantısı gibi görülmüyordu, Bektaşilik Osmanlı kurumuydu.
- Şah İsmail de kendi imparatorluk siyasetini, Sünniliğin tasfiye edilmesine dayandırmıştı: “Safevi kuvvetleri İran’da bir baştan öbür başa yürürken, Sünnilere kılıç zoruyla Şiiliği empoze etmiş, bunu kabul etmek istemeyen Sünnilere karşı gaddarca davranılmış ve çoğu öldürülmüştür” (David Morgan, Medieval Persia, s. 121.)
- Fransa’da da feodal ve itikadi yarılmalara karşı “tek kral, tek inanç, tek kanun” sloganı geçerliydi, Protestanlara bizim tarihimizde görülmedik Saint Barthelemy katliamı yapılmıştı. Bu “tek” geleneği sonradan Jakoben cumhuriyetin laik “tek”leriyle devam edecekti, demokrasi yerleşinceye kadar.
Geçmişine kapılmamak
Büyük tarihçi Braudel, 16. yüzyılda Akdeniz çevresinde nüfus patlaması ve toprak yetmezliği yaşandığını anlatır. Bu derin sebebin dışavurumu olarak, Orta Avrupa’daki Münster tarikatının “eşitlik” isteyen köylü isyanlarıyla bizdeki Alevi/Türkmen isyanlarının sosyolojisini mukayeseli olarak incelemek çok öğretici olacaktır.
Geçmişin bugün bizi zehirlemesine izin vermeyelim. Türkiye’nin otuz yıldır kanayan ve gittikçe büyüyen bir yarası var, yetmiyor mu?!
Cemlerini tanımak Türkiye’nin birliğini güçlendirir.
Alevi iftarı
Zeynel Abidin Erdem ve İbrahim Polat’ın girişimiyle Anadolu Alevi ve Bektaşi Federasyonu tarafından, siyasi ve itikadi bakımdan geniş katılımlı bir iftar düzenlenmesini çok olumlu karşıladım. Kutlarım.
Farklılıkları bir araya getiren her girişim iyidir.
Cumhurbaşkanı’nın iftara katılarak güzel bir konuşma yapması çok iyi olmuştur ve Alevi vatandaşlarımızın hassasiyetlerinin karşılanmasında onu daha bir manevi sorumluluk altına sokmuştur.
NOT: Ne idüğü meçhul bir adam benim adımı kullanarak Twitter hesabı açtırmış, saçma sapan şeyler yazıyor. Benim hiçbir Twitter hesabım yoktur. Beni uyaran okurlarıma teşekkür ederim. Yasal yollara başvurdum. Bilginize sunarım.
(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)