Canımız yandığında hukuka koşarız, su serpsin...
Su... Su... Su...
İnsanlar; çatlak dudaklara değen, yüze vurulan bir avuç su gibi mahkeme kapısında kana kana içmeli hukuku...
*
Ama ışıkları söndürdüklerinde, bir koğuşta inim inimdir tutsağın sesi:
“Bugün dağlar yeşil boyandı
Kim yattı kim uyandı
Kalbime ateş düştü
Su serptim ateş sönsün
Serptiğim su da yandı...”
*
Su yanar mı?..
*
Mustafa Balbay...
Cumhuriyet sevdasını bilmeyen yok, aydınlığa âşık, canını da vermeye hazır, hadi neyse... Ama bebeklerinin elinden aldınız babalarını...
Bu Babalar Günü’nde yine ağlayacaklar...
Barış’lar...
Barış Terkoğlu...
Barış Pehlivan’ın hiç elini sıkmadım... Her haksızlıkta, her sansür ya da kovulmada, telefonun öbür ucundan hepimize yetişen, deli gibi gazeteci, benim uzaktaki dostum...
Tuncay Özkan...
Odun bulamadığında, kurduğu medya ocağının ışığı sönmesin diye kendi kolunu, bacağını, bedenini yakan gazeteci...
Soner Yalçın...
Kaçınız onun kadar eştiniz tarihi, geleceğe ışık olsun diye... Ya da kaçınız onun kadar sevdiniz bu toprakları?..
Mahallenin yiğidi Yalçın Küçük...
Doğu Perinçek. Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Aydınlık gazetesinin yarısı...
Müyesser Yıldız...
Yüreğindeki sevgiye bakın, umudu kesildiğinde sadece bir kedi istedi hücresine... Sarılıp ağlamak için...
Kedi anlar dedi...
*
Yüz kadarlar...
Hangisini sayayım...
Hiçbirisi hakkında verilmiş hüküm yok...
Sadece “tutuklu”lar...
O kadar...
*
Hukuku bir dikenli tele çevirdiniz...
Yargıyı duvar yaptınız hücrelere...
Demir hapishane kapısı oldu adalet...
Hücre pencerelerinin çelik parmaklığı...
*
Hukuk, su serpmektir yanan yüreklere...
Ama bakın...
Su da yandı...
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)