Şiddeti bir siyasi tercih olarak kabul etmemiş insanlar da KCK soruşturmasında işin içine katılıyor.
Maalesef korktuğumuz oluyor, PKK saldırıları yaygınlaşıyor, dozunu arttırıyor, devlet de buna cevap olarak tutuklama furyasını sürdürüyor.
PKK’nın dağdan indirilmesi ve silahı bırakması konusu Türkiye’nin gündeminde. PKK’nın şehirlerde, kasabalarda bombalar patlatması, insanların canına kıyması ile gündem büyük aciliyet kazanıyor.
BDP’yi önceleri Meclis’e çağıran, siyasal alanda onları muhatap olarak kabul ettiklerini belirten çevreler, sanki şimdi BDP’yi ortadan kaldırılması gereken bir engel gibi algılıyorlar. Sorun, bu durumla en akılcı başa çıkmanın yolunun ne olduğu...
Dün bir gazetede yer alan şu satırlar, yeni konsepti mi özetliyor: “Şunu artık herkes anlamalı: BDP diye bir gerçeklik yoktur. Böyle bir siyasal parti de yoktur. BDP, KCK’yı maskelemek ve dikkatleri üzerine çekmek için sahneye sürülen çekici bir mankendir. BDP’nin misyonu; işgal ettiği siyasal statünün hak ve imtiyazlarına dayanarak KCK’yı mümkün olduğunca demokratik siyasal alan içine gizlemek ve konuşlandırmaktır.”
BDP, gerçekten de KCK’nın yasal alandaki bir maskesinden ibaret midir?
Abdullah Demirbaş, Diyarbakır’ın Sur Belediyesi’nin BDP’li başkanı. 16 yaşındaki oğlu iki yıl önce dağa çıktı. Ailecek onun dağa çıkmasını engellemek için kendilerini paraladılar. Geciktirmeyi de başardılar. Sonunda çocukları dağa çıktı; onlar da çaresiz. Oğulları dağa çıktığından bu yana anne yasta. Yaz tatiline çıkmıyor, herhangi bir eğlenceye katılmıyor. Demirbaşlar gibi binlerce anne-baba var... BDP’nin ciddi bir kesimini onlar oluşturuyor. Silahların susmasını yürekten istiyorlar; bunu kendi çocuklarının ve başka çocukların yaşaması için istiyorlar.
Abdullah Demirbaş KCK davasından tutuklanıyor. Ağır bir hastalığa yakalanıyor, tahliye ediliyor. Tedavi için yurtdışına çıkamıyor, zira yurtdışına çıkış yasağı var. Kürtlerin bir kesiminin yasal ve barışçı siyasi mücadele eğilimi BDP’de ifadesini buluyor. ‘Silahlı çözüm’ arayışı ise KCK ya da PKK örgütlenmesiyle karşımıza çıkıyor. İkisi de Kürt kimliğini savunan yapılanmalar olduğu için birbirine geçişler kaçınılmaz. Örneğin dağdan inen PKK’lıların bir kısmı BDP’de siyaset yapıyor, tersi de söz konusu. Yasal alanda siyaset yaparken dağa çıkanlara tanık oluyoruz. Bu konudaki tipik tercih farkını Osman Baydemir bir konuşmasında ifade etmişti: “En yakın arkadaşım Sait dağa çıktı, ben yasal mücadeleyi tercih ettim.” Bu iki siyasi akım arasında geçişler olduğu gibi, ciddi gerilimler ve çatışmalar da yaşanıyor.
Osman Baydemir’in “Silahlı mücadele miadını doldurmuştur” saptaması Kandil ve İmralı tarafından sert tepkiyle karşılandı. BDP içindeki temel eğilim de silahların bir an önce susması. Bu gerçeği, BDP’yi biraz tanıyan herkes bilebilir. Tabii ki şiddetin ve silahın olduğu yerde, silahlı gücün borusu daha fazla ötüyor.
Devletin, PKK şiddetine, saldırılarına karşı güvenlik güçlerini harekete geçirerek bir mücadele yürütmesine kimsenin bir şey demesi mümkün değil. Sıkıntı, yasal alandaki güçlerin hedef alınmasından, yargının bu gelişmelere yaklaşımından, siyasi iradenin bunlara destek vermesinden kaynaklanıyor.
PKK saldırılarının arkasındaki siyasi amacı anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Buna rağmen devlet, PKK ile silahların bırakılması için görüşmeler yapmıyor mu?
Silahlı güçlere karşı güvenlik örgütleri yasal görevi gereği müdahale ediyor. KCK tutuklamasına baktığımızda yaşamı boyunca şiddeti savunmamış, şiddeti bir siyasi tercih olarak kabul etmemiş insanlar da işin içine katılıyor.
Muhtemeldir ki bazı telefon konuşmaları, ortam dinlemeleri, illegal örgütün yasal alana yönelen uzantılarını tespit ederken yaygın tutuklamalara da gerekçe yapılıyor. Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle sırf Öcalan’la söyleşi yaptığım için ‘terör örgütü propagandası yapmak’la suçlananlardanım. O kanunun bazı maddelerinin değişmesine rağmen o zamanki anlayış bugün hâlâ yargı sistemimize büyük ölçüde egemen durumda.
Devletin tutumu geçmişe göre değişti, bunu inkâr edemeyiz. Ancak Terörle Mücadele Kanunu yine amacı aşan biçimde işletiliyor ve sıkıntı yaratıyor.
Şiddetle ilişkisi olmayan insanları tutuklamak, hedef almak, maalesef geçmiş ‘terörle mücadele’ tarzını anımsatıyor.