Kazanabilirler miydi? Fethullah Hoca, "Humeyni gibi Türkiye'ye dönmeyi" mi planlamıştı? Böyle bir şey gerçekleşebilir miydi? Bence hayır...

Tarih 7 Şubat 2012: İstanbul Özel Yetkili Savcısı Sadrettin Sarıkaya; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Eski Müsteşar Emre Taner, Eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ve iki eski MİT görevlisini bizzat telefonla aradı ve “KCK soruşturması” kapsamında ifadeye çağırdı. Savcı, Fidan ve arkadaşlarını, Oslo'da PKK ile yapılan görüşmeler sebebiyle suçluyordu.

Fidan, telefonla Başbakan Tayyip Erdoğan'ı aradı. Ulaşamadı. Sonrasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü aradı. Durumu anlattı, "önerisini" sordu. Gül, olayda kötü niyet olduğunu düşünmüyordu, "bence ifadenizi verin, bir problem çıkacağını sanmıyorum" dedi. Bu telefonun hemen ardından, Başbakan Erdoğan, Hakan Fidan'a cevaben döndü. Fidan, savcının talebinden Başbakan'a da söz etti. Erdoğan, Fidan'dan, kesinlikle ifade vermeye gitmemesini istedi.

Bu, Gülen Hareketi’nin, o döneme kadarki en “iddialı” çıkışıydı. Tayyip Erdoğan,  “hamle”yi görmüş, analizini yapmıştı. "Amaçları beni tutuklamak" diye düşünüyordu.

Ancak, bu analize rağmen, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, 2013’ün sonlarına kadar, Cemaat’e karşı “ileri adımlar” atmadı. Ya da, atamadı… Bu yaklaşık 1.5 yıllık dönemin, uzun vadede, değişik açılardan tartışılacağını tahmin ediyorum.

Biraz geriye gidelim… Aslında, “öncü” bir sarsıntı, bu olaydan bir ay önce, 6 Ocak 2012'de, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasıyla gerçekleşmişti... Erdoğan, tutuklamaya karşı olduğunu söylemiş, ertesi gün, adeta ona cevap gibi Hurşit Tolon tutuklanmıştı.

ERDOĞAN UZLAŞMAK İSTEDİ

Bu arada, Fethullah Gülen ile AK Parti yönetimi arasında mesajlar alınıp verilmekteydi. Açıktan bir kavga dili oluşmamıştı.

Tarih 16 Haziran 2013: Başbakan Tayyip Erdoğan, Gülen Cemaati’nin düzenlediği, “11.Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nın  kapanış toplantısında konuştu. Gezi eylemlerinin sıcaklığını koruduğu günlerde, bu olimpiyatları düzenleyenlere dostça mesajlar vermişti. Yani, kendisine yönelik 7 Şubat hamlesine rağmen, Cemaat’in etkinliklerine katılıyor, sıcak mesajlar vermekten geri durmuyordu.

Nihayet dershaneler konusu gündeme geldi. 2013 yılının Ekim- Kasım ayları dershaneler tartışmasıyla geçti.

GÜLEN'DEN TEHDİT

Aralık (2013) ayının başlarında Fethullah Gülen'in AK Parti iktidarını tehdit eden bir videosu yayınlandı.

13 Aralık 2013 tarihli yazımda bunu şöyle yorumlamıştım: "Fethullah Hoca, ‘büyük zat’ diye tanımladığı bir siyasetçiyi yatakta basılmaktan kurtardığını bir video açıklamasıyla gündeme getirdi. Hoca, öykünün sonunda bir başka iddiada daha bulunarak, buna benzer on hadise daha sayabileceğini söyledi... İki taraf arasındaki gerginlik, bizim beklediğimizden daha sert, çatışmalı, garip, hatta akıl ötesi boyutlara geçiyor sanki... Herkesin elindekini masaya koyduğu ve oyunun kuralsızlaştığı, hatta alıştığımız mantık normlarının terk edildiği bir zemindeyiz."

17 ARALIK

Bir kaç gün sonra, 17-25 Aralık 2013 operasyonları başladı. 25 Aralık'ta, Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın tutuklanmasına ramak kaldı, operasyonlar zirveye tırmandı.

Polis/yargıya hakim olmanın ve şantaj amacıyla biriktirilmiş ses kayıtlarının verdiği özgüvenle, Cemaat, hamle üstüne hamle yaptı. MİT TIR'ları durdurulup, hükümet yönelik bir teşhir kampanyası başlatıldı.

 7 Şubat 2012 operasyonundan bu yana, yaklaşık dört yıl geçti.

SONA GELİNDİ

Üç gün önce, Cemaat’in en güçlü kalelerinden Zaman gazetesi kayyuma teslim edildi. Mali kaynaklarının önemli bir kısmı ellerinden gitti. Yapının kamuoyunda bilinen isimlerinin önemli bir kısmı yurtdışına kaçtı, bir kısmı ise hapiste.

Fethullah Gülen, 17-25 Aralık operasyonuyla, “dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ı tutuklamak” ve “siyasete yeni bir düzen vermek” amacıyla düğmeye basmıştı.

Tayyip Erdoğan meydanlara inmiş, toplumun desteğini arkasına almıştı. Bunu, seçim galibiyetleri izledi. Cemaat yeniliyordu. Ancak yenilgiyi kabul etmek istemediler. Diğer muhalefet güçleriyle birleşerek, Erdoğan’la hesaplaşmayı sürdürmeye çalıştılar.

Şu an ise, “oyun bitti” denilebilecek bir noktadayız.

Bu siyasi bir kavgaydı. Cemaat, devlet içinde örgütlediği “yapı”yla, meşru olmayan bir mücadele yolunu seçmişti. Yargı ve polis içindeki birikim, tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıldı…Onlara karşı koymak isteyen iktidarın aldığı önlemler yargının daha da bozulmasına neden oldu.

Ancak asıl yenilgi, siyaset alanında gerçekleşti.

Kazanabilirler miydi?  Fethullah Hoca, “Humeyni gibi Türkiye'ye dönmeyi” mi planlamıştı? Böyle bir şey gerçekleşebilir miydi?

Bence hayır… Hükümette daha ciddi gedikler açılsaydı bile, böyle bir ortam oluşamazdı…

2010’lu yılların Türkiye toplumu, böyle “proje”leri kaldırabilecek bir toplum değil. Böyle bir proje hayali kurulduysa, toplumun yanlış değerlendirildiğini söylemeliyim.

Artık geriye dönüşü olmayan bir yenilginin çöküşü yaşanıyor…

Türkiye, dinamik ve değişken bir toplum. Oldukça ilginç yıllardan geçtik. 2012-2016 aralığında yaşananlar, ileride, hem siyasi hem sosyolojik açıdan, birçok teze konu olacak gibi görünüyor.

(radikal.com.tr)